27. Bölüm

932 168 72
                                    

Canım kızlarım Ada ve Güneş'e,

Bu mektuba en kısa sürede ulaşmanız temennisiyle bu satırları yazıyorum. Size annenizin istediği gibi bir hayat bırakamadığım için, hepinizin bir arada olmasını sağlayamadığım için, benim yüzümden acı çektiğiniz için dileyeceğim özürlerin hiçbir işe yaramayacağını biliyorum. Ama inanın bana ne yaptıysam mecbur kaldığım için yaptım. Annenizi ve sizi sevmekten bir an bile vazgeçemedim. Eğer yanınızda kalmaya devam edebilseydim sizi dizlerimde, Savaş'ı da sırtımda taşımaya devam edecektim.

Bunları size yüz yüze anlatma fırsatı bulabilir miyim bilmiyorum ama en azından bu kadarını bilmenizi istiyorum. Anneniz hastalığının son evresindeydi. Bir gün Savaş'la beraber tekrar geri döneceğimi defalarca ona söylesem de hiç umudu olmadı. Tüm bunları yaşamayı kaldıramadı. Hayatından vazgeçeceği ve sizi yalnız bırakacağı aklımın ucundan bile geçmezken o canına kıydı. Haberi alır almaz sizi almak için geri döndüm. Ama komşular bana dayınızın sizi aldığını söylediler. Annenizin ailesi benimle görüşmediği için adreslerini bilmiyorum. Ama arayıp bulacağım. Beni affetmediğinizi ve affetmeyeceğinizi biliyorum. Ama eğer bu mektup elinize geçerse aşağıdaki numarayı arayın, ben ulaşamadıysam siz bana ulaşın. Bu numarayı sadece buraya yazıyorum. Kimseye vermeyeceğim. Ve bu numara çaldığında bileceğim ki beni siz arıyorsunuz.

Gece saçlı kızım Ada ve güneş saçlı kızım Güneş, anneniz olmasa bile bir gün tekrar aile olabilir miyiz bilmiyorum ama bunu hiç unutmayın ki ben sizi çok ve hep seveceğim.

Babanız, Selçuk Dündar.

Mektubu bir çırpıda okudum ve okuması için Deniz'e verdim. "Yazmamış." dedim fısıltıyla. "Nerede olabileceğiyle ilgili hiçbir şey yazmamış." Göz ucuyla mektupta yazan numaraya baktım ve telefonuma yazdım. Arayıp arayamayacağımı bilmiyordum. Numarayı ne diye kaydedeceğimi bile bilmiyordum.

Aradığım an benim ya da Güneş'in aradığını bilecekti. Ona ne diyecektim? Yıllar sonra ne konuşacaktım?

Kafam o kadar karışmıştı ki ne hissedeceğimi bilmiyordum. Bu mektup yeterince açıklayıcı değildi. Soru işaretlerim hala kafamda dönüp duruyordu ama öyle şeyler yazmıştı ki neredeyse masum olduğunu düşünecektim.

"Ne düşünüyorsun?" dedi Deniz mektubu katlayıp kutuya geri koyarak.

"Bilmiyorum. Niye her şeyi açık açık yazmamış ki? Savaş'ı neden götürdü, nereye götürdü, bunları neden yazmamış?"

"Eğer ararsan bu soruların cevabını öğrenebiliriz."

Sıkıntılı bir nefes verip ayağa kalktım. Deniz de beni taklit etti ve kutuyu alıp ayağa kalktı. "Haklısın." dedim. "Ama ona ne diyeceğim? Sen ne düşünüyorsun? Babam hakkında yani."

"Baban Savaş'ı keyfi olarak alıp götürmemiş Ada. Baban buna mecbur bırakılmış. Ama neden?"

"Bilmiyorum. Of, her şey o kadar saçma sapan ki ne yapacağımı bilmiyorum, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Ne yaşıyorum ben böyle Deniz? Hayatımı bu hale babam getirdi ve ben onun mahvettiği bu hayatı toparlamaya çalışmaktan çok yoruldum."

"Tamam, sakin ol. Öğreneceğiz hepsini. Bak şöyle düşün. Savaş'ı bulmana çok az kaldı."

Gülümserken gözlerimin parladığını hissettim. Küçücük bir cümleyle bağlandığım bu umut duygusu bütün hücrelerimi esir almıştı. "Evet, onu bulacağım."

"Eğer konuşamayacaksan senin yerine benim yapmamı ister misin?"

"Ne diyeceksin ki?" dedim düşünceli bir sesle.

GEÇMİŞİN TUTSAKLARI  (+18)Where stories live. Discover now