36. Bölüm

774 167 136
                                    

Selammmmm. Bu bölüm size bir çalma listesiyle geldim. Linki biomda var. Bu liste benim Ada ve Deniz'i yazarken dinlediğim şarkılardan oluşuyor. Belki siz de okumalarınıza eşlik etmesi için bu şarkıları dinlersiniz. İyi okumalar diliyorum ve hepinize bol öpücükler gönderiyorum. :*

30 Ekim, Çarşamba

Zil çaldığında saat sabah 07.00'ı gösteriyordu, salondaki duvarda asılı olan ve benim çizdiğim resme bakıyordum. Resmin çağla yeşiline boyalı duvarla olan uyumu göz dolduruyordu. Ben hiçbir yere uyum sağlayamazken resmim bir duvarla uyum sağlamıştı. Resmimin bile ait olduğu bir yer vardı ama ben kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Yani en azından uyanık kaldığım bu altı saat boyunca düşündüğüm tek şey buydu.

Ülkü abla ve Deniz uyuyordu, zilin daha fazla çalmaması için koltuktan kalktım ve sessiz adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Zihnim karmakarışıktı, başım çok ağrıyordu ve midem o kadar çok bulanıyordu ki kusmamak için kendimi zorluyordum.

Zilin bir kez daha çalmasına müsaade etmeden kapıyı açtım. Görmeyi beklediğim kişiler kesinlikle Melis, Eren ve Uygar değildi.

''Çocuklar.'' dedim kuru bir sesle. Tedirgin olmuştum. Uğradığım şaşkınlığı atlatamadan bakışlarımı Melis ve Eren üzerinde gezdirdim. Gerçeği bildiklerini tahmin etmek zor değildi ama gözlerinde anne ve babalarının sahip olduğu o kırıcı bakışlar yoktu. Bana söylemek istedikleri şeyler olduğunu hissedebiliyordum. ''Siz, yani nasıl?''

''Bakma öyle.'' dedi Melis üzgün bir sesle. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama sanırım kötü görünüyordum ki Melis bana böyle bir cümle kurmuştu. ''Neler olduğunu biliyoruz. Konuşmak için geldik.'' Onları içeri davet edeceğim sırada Melis ve Eren aynı anda yanıma geldi ve biri bir tarafıma, biri de diğer tarafıma sarıldı.

''Ada biz seni çok seviyoruz.'' dedi Eren. Zor dindirdiğim gözyaşlarım yine yanaklarıma süzülmüştü. "Olanlar için çok üzgünüz. Abim ve seninle konuşmaya geldik."

"Eren." dedim birbirine girmiş duygularla. O kadar tuhaf hissediyordum ki bu hislerimin adı bile yoktu. Kendi öz kardeşlerim canımdan bezdiğim şu günlerde bana sırtını dönerken hiç kan bağım olmayan bu çocuklar bana ablalarıymışım gibi hissettiriyordu. "Ben de sizi çok seviyorum."

"İyi misin?" dedi Melis yorgun bir sesle.

"İyiyim. Asıl sen nasılsın?" dedim Uygar'a bakarken. "Uygar, Deniz seni öldürecek."

"Korkma." dedi Melis sarılmamızı sonlandırırken. "İyiyim. Abim bir şey diyemez Uygar abime."

"Neyse, hadi içeride konuşalım o zaman." dedim ve onları içeriye davet ettim. Eren ve Melis önümüzde yürürken biz de Uygar'la hemen peşlerindeydik.

"Abiniz uyuyor." dedim. "Terasa gidelim."

Merdivenlere yöneldiğimizde Uygar'la konuşmaya başladım. "Sen işe gitmeyecek miydin?"

"Hayır. Sizi bırakır bırakmaz Canan ablalara gittim. Onlarla konuşmayı denedim, beni dinlemediler. Ama neyse ki çocuklarla konuşmama bir engel koymadılar. İkisine de baştan sona anlattım. Seni görmek istediklerini söyleyince de aldım ikisini de getirdim."

"Uygar sen bir insanın başına gelebilecek en iyi dostsun. Yanımda olduğun için çok şanslıyım."

"Sen de öylesin Adacığım. Yani ne yapsaydım? Deniz'in ve senin mutsuz olmana gönlüm razı olmuyor. Sizi böyle gördükçe çok üzülüyorum. Bir şeyler yapmak istedim o yüzden. Kalbim de beni oraya götürdü."

GEÇMİŞİN TUTSAKLARI  (+18)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang