25. Bölüm

932 169 100
                                    

(Bölümlere şarkı eklemeyi çok sevdim, aklıma geldikçe ekleyeceğim böyle sanırım. Neyse umarım bölümü beğenirsiniz. <3)

10 Ekim, Perşembe. 22:50

1 gün, 24 saat, 1440 dakikadır bir evin kapalı, karanlık havuzunda esirdim ve buraya geldiğimden beri bir an bile susmamıştım. Gözyaşlarım durmamıştı. Kendim için üzülmüyor ya da korkmuyordum. Kalbimi canlı canlı yerinden söküyorlarmış gibi hissetmemin sebebi Uygar'dı.

Aklımı kaybettiğimden şüpheliydim çünkü hiçbir şey düşünemiyordum. Kaçmak için bir yol aramıyordum, beni hırpalamaya gelen adamlara karşı koymuyordum. Nefes alıyordum ama yaşamıyordum. Tek yaptığım şey bulunduğum yerin tek ışık kaynağı olan ve duvarın en tepesine asılı duran televizyona boş gözlerle bakmaktı.

Bir haber kanalı açıktı ve sürekli gece kulübünü gösteriyordu. İşkence çekmem için ve televizyonu kapatmamam için kumandayı almışlardı. Ekranda Uygar vardı. Yerde kanlar içinde yatarken, sedyeyle ambulansa taşınırken, hastaneye giriş yaparken, her anını belli aralıklarla ekrana veriyorlardı. Çıldıracak gibiydim. Zaten gözümün önünden gitmiyordu, bir de sürekli televizyonda görünce beynim eriyor gibi hissediyordum. Tanıştığımızdan bu yana yaşadığımız anılar sürekli gözlerimin önündeydi. Kaza yaptığımda bana bisküvi ve meyve suyu getirişi, Deniz ve benim için yaptığı sevgi dolu imaları, beni abimmiş gibi sevişi, hastanenin terasında bana söylediği hayalleri, ölmek istemiyorum demesi ama ardından Özgür bizi bıraksın diye kendini feda etmek istemesi, vurulduğu an gözlerinden akan yaşları, o an bize söyledikleri. Hepsi sırayla gözümün önünde beliriyordu. Boğulacak gibiydim.

Bugün öğle saatlerinde kalbi durmuştu. Öldüğü söyleniyordu. Ondan sonrası yoktu. Habere gizlilik kararı verilmişti. Bense cinnet geçirmiş, benim için getirilen ve hiç dokunmadığım yemek tepsisindeki çatalı Özgür'ün omzuna saplamıştım. Bedeli ağır olmuştu. Adamları beni hiç acımadan dövmüştü, muhtemelen yara bere ve çürük içindeydim. Umurumda değildi. İçim yangın yeri gibiydi. Kalbim çok ağrıyordu. Uygar'ı kaybetmek istemiyordum ve öldüğüne inanmıyordum. O Deniz'i bırakmazdı. O beni bırakmazdı. Sadece bir gün sürmüş olsa bile küçük çırağını bırakmazdı. Hem daha evlenecekti. Evlenecekti ve kızı olacaktı. Eşine benzeyen kızı hatta kızları olacaktı. Ölmemişti, ölmeyecekti.

Daha fazla ekranı görmek istemiyordum. "Kapan artık kapan. Yeter." dedim bağırarak ve sabahtan beri yanımda duran su bardağını televizyona fırlattım. Lanet olası televizyon kapanmamıştı ama en azından ekranı kırılmıştı. Uygar'ın kan dolu bedenini görmeyecektim.

O kadar çok ağlamıştım ki artık dökecek bir gözyaşım kalmamıştı. Gözlerim aynı ağzımın içi gibi kurumuş, yüzyıllardır su değmemiş bir çöle dönmüştü. Göremesem bile gözlerimin içindeki ince kırmızı çizgilerin artık koyu bir renge döndüğünü, daha da belirginleştiğini hissedebiliyordum. Burası çok soğuktu ama içimdeki ateş o kadar kavurucuydu ki hiç üşümüyordum. Bedenim Özgür'ü öldürme ateşiyle yanıp kavruluyordu.

Buradan kurtulmak için ne bir yolum ne de bir çarem vardı. Tek umudum Deniz'in beni bulmasıydı. Nasıl bulabileceğini bilmiyordum ama bulacağını biliyordum. Dünyanın diğer ucuna bile gitsen seni bulurum. demişti. Keşke ona ulaşmanın bir yolunu bulabilseydim ama nerede olduğumu bile bilmiyordum. Tek bildiğim bir evin kapalı havuzunda olduğumdu.

Bir ayakkabının zeminle birleşmesiyle oluşan tok sese kulak verdim ve bakışlarımı sese yönelttim. Evin yardımcısı olan kadın yemeyeceğimi bile bile elinde bir tepsiyle yanıma geliyordu. ''Sana yemek getirdim.'' dedi tepsiyi bana uzatırken. Cevap vermeden boş gözlerle baktım. ''Bayılacaksın böyle giderse. Bir şeyler yemen gerek.''

GEÇMİŞİN TUTSAKLARI  (+18)Where stories live. Discover now