BÖLÜM -44- ''Yılanın başını küçükken ezeceksin!''

4.6K 232 30
                                    

Söylediği şeyi yapacağına adım gibi eminim ve insanların bu iğrençliği öğrenmesine izin veremem. Mecburum, kabul edeceğim.

Verecek başka cevabım olmadığını anladığımda kafamı onaylarcasına salladım. Beni köşeye sıkıştırmış olmanın mutluluğuyla sırıttı ve

''Aferin benim küçük sevgilime'' dedi. Söylediği her kelime ayrı ayrı midemi bulandırmaya yetti. Sevgilimmiş! Erkan ile içimi titreten bu söz, Ferit'in ağzından duyduğumda sinirlerimi zıplatıyordu.

Daha fazla bu pisliğin yanında kalmak istemedim ve

''Eve gitmek istiyorum. Karseşim merak etmiştir'' diyebildim fısıtıyla. İçimde fırtınalar kopuyordu ama ben kendimi konuşmaktan bile aciz hissediyordum. Sanki bütün yaşama hevesim bir günde alınmış gibi...

Yaşama hevesim... Aslında yaşamak istemiyorum. Ferit'e boyun eğmektense ölmek daha iyi bir yol gibi sanki. Gitsem atsam kendimi bir uçurumun başından. Bende kurtulsam , herkes de kurtulsa...

Ama annem! Babamın yokluğunu bize belli etmemek için kendini paralayan o yüce kadın. Bunu ona yapamam ki. Bu acıyı da kaldırabilir mi bilmiyorum. Aslında biliyorum, kaldıramaz!

Ben aklımda, envai çeşit düşünceyi ölçüp tartarken Ferit'in sesi kendime getirdi beni.
''Peki güzelim git. Ama anlaşmamızı unutma olur mu? Yoksa olacaklardan sorumlu olan ben değilim'' dedi üstü kapalı tehdit etmeyi de ihmal etmeyerek. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Her zaman zor bir hayatım olmuştu evet ama beterin beteri var dedikleri bu olsa gerek. Daha fazla uzatmak istemedim ve

''Peki deyip kalktım yataktan. Çarşafı da üzerime dolamayı ihmal etmedim ve Ferit'in çıplaklığı karşısında gözlerimi kapattım. Arkamı dönüp banyoya gidecekken Ferit

''Bu hareketlere hiç gerek yok sevgilim. Zaten santim santim ezberledim vücudunu'' deyip kahkaha attı. Bu kahkası her ne kadar tüylerimi diken diken etse de üzerinde durmadım. Bir an önce giyinip bu lanet yerden kurtulmak istiyordum. Sanki gittiğimde her şey düzelecekmiş gibi!

***

Eve geldiğimde kapıyı açıp açmamak arasında bir tereddüt yaşadım. Muhtemelen şuan da Erkan'da bizdeydi ve ben henüz onunla yüz yüze gelmek istemiyordum. Hoş mecbur gelecektim ama yine de cesaretimi toplamaya ihtiyacım vardı.

Gülay'la Erkan ölmüştür şimdiye kadar meraktan. Tüm gece ortada yoktum. Bu durumu onlara nasıl açıklayacağım bilmiyorum. Gerçeği söyleyemem. Bir bahane de üretebilecek durumda değilim. En iyisi konuşmayı bir süre ertelemek diye düşünüp anahtarı çıkardım.

Kapıyı açtığımda endişeyle bakan iki çift göz bana yanılmadığımı gösterdi. Erkan da buradaydı. Ve ben utanıyordum, çok utanıyordum. Yüzüne dahi bakacak cesaretim yoktu. Ama yinede hiç bir şey belli etmemem gerekiyordu.

İkiside koşup bana sarıldıklarında ben de Gülay'a sarıldım. Erkan'ı ise elimle hafifçe ittim ve

''Çok yorgunum. Biraz dinlenmek istiyorum'' dedim. Erkan bana bakıp

''Peki'' dediğinde gözlerinden geçen hayal kırıklığını gördüm. Sadece bu bile kalbimi paramparça etmeye yetmişti. Şuan da boynuna sarılmak ve defalarca kez onu sevdiğimi söylemek istiyordum. Ama bunun yerine

''Teşekkür ederim. Senin de artık burada beklemene gerek yok. Geldiğime göre gidebilirsin'' dedim. Hiç bir şey söylemeden kapıya doğru yöneldi. Ama çıkmadan önce omzunun üzerinden attığı son bakış zaten her şeyi açıklıyordu.

Erkan gittikten sonra ağlama isteğiyle doldum taştım. Gülay'a

''Ben odama gidiyorum'' dediğimde kolumdan sertçe tuttu ve müsade etmedi.

''Sen ne yaptığını sanıyorsun?'' Diye bağırdığında gözlerimin şaşkınlıktan kocaman olduğuna eminim. Sonuçta bu Gülay'dı. Bana bağırmazdı, sinirlenmezdi, kızmazdı... Her zaman anlayışlıydı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Ama hak vermiştim. Bende onun yerinde olsam benzer bir tepki verirdim. Bu yüzden tartışmaya girmek yerine

''Bir şey yaptığım yok Gülay. Sadece yorgunum ve dinlenmek istiyorum'' dediğimde suratıma sert bir tokat yedim. Gülay'ım, kardeşim, bana tokat atmıştı! Yüzüm yaşadığım şokla gerilirken Gülay

''Demek dinlenmek istiyorsun ha! Bütün olay bu mu yani sence. Yorgunum deyip çekip gidecek misin? Tüm gece boyunca neler yaşadığımızdan haberin var mı senin? Sana bir şey oldu sandık. Kahrolduk! Ezgi ile Ferit'in evine bile baktık ama yok! Bu geceyi nasıl sabah ettiğimiz hakkında en ufak bir fikrin bile yok! Ve sen şimdi gelmiş Erkan'ı kovuyorsun, beni başından atıyorsun. Yok efendim öyle yağma! '' diye bağırıp içindeki öfkeyi bir nefeste boşalttığında bende gözyaşlarıma engel olamadım. Ağlamaya başladım.

O Gülay'dı. Gülay'ımdı. Kardeşimdi... Ben şimdiye kadar ondan hiç bir şeyimi saklamamıştım ki. Ama şimdi...

Halimi gördüğünde söyledikleri için çoktan pişman olmuştu bile. Bir anne edasıyla bana sarılıp teselli etmeye çalıştı. Sanki az önce bağırıp çağıran o değilmiş gibi , şimdi beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Biz böyleydik işte. Bir yandan saçımı okşarken diğer yandan

''Biliyordum, bir şeyler olacağını biliyordum...'' diye sayıklıyordu. Bu da benim ağlamamı daha da şiddetlendirmeme sebep oldu. Çünkü haklıydı. Aslında bende biliyordum ama göz ardı etmek istiyordum. Bizi ayıramayacaklarına inanmak istiyordum. Oysaki bu sefer büyük oynamışlardı ve kazanmışlardı. Bizi ayırmışlardı...

Ne kadar süre sarılıp ağlaştık bilmiyorum. Ama artık gözümdeki göz yaşı çeşmesi kuruyacak duruma gelmişti. İçimde hala bağıra çağıra ağlama isteği varken dahi akmıyordu gözyaşlarım...

''Her şeyi anlatacağım Gülay. Söz veriyorum. Ama önce dinlenmek istiyorum. Lütfen'' dediğimde ağlamaktan çatallaşan sesim beni bile dehşete düşürdü.

''Peki ablacım. Şimdi git dinlen ama uyanır uyanmaz konuşacağız. Ben de Erkan abiyi arayıp iyi olduğunu haber vereyim'' diyen Gülay'ında benden çok farklı olmadığını gördüm. O da yorgun düşmüştü. Ama bu haliyle bile bir şeyleri düzeltmek isteyip, Erkan'ı aramayı teklif ediyordu. Kesinlikle benden daha güçlüydü. Gülay'ın en sevdiğim özelliği buydu işte. Yeri geldiğinde bir çocukken, yeri geldiğinde bir anne, arkadaş, sırdaş olabiliyordu. Sendeleyerek ayağa kalktığımda

''Hayır Gülay lütfen Erkan'ı arama. Her şeyi anlatacağım ama şimdi arama'' dedim içinde bulunduğum duruma küfrederek.

''Ama abla. O da benimle bütün gece seni aradı. Üzüntüden perişan oldu. En azından iyi olduğunu bilmeyi hak etmiyor mu sence?'' Dediğinde bir süre düşündüm ve hak verdim.

''Peki ara. Ama sadece iyiymiş de ve kapat. Ümit verme. Yoksa her şey çok daha zor olacak'' dedim. Bu ise onun merakını daha da kamçılamıştı belli ki.

''Ümit verme de ne demek. Siz sevgili değil misiniz zaten? Hem ne işi bu...?'' Diye sorduğu bütün sorularını elimle savuşturdum ve

''Anlatacağım Gülay. Ama şimdi dinlenmek istiyorum '' dedim yalvarırcasına.

''Tamam ablacım, dinlen. Uyandığında konuşuruz'' dediğinde rahat bir nefes aldım. Israr etmemişti ve bu şimdilik iyi bir şeydi. Ama eninde sonunda konuşmaya mecbur kalacaktım ve buna hazır mıyım bilmiyorum...

Titreyen bacaklarım beni zar zor odama kadar taşıdığında aynanın karşısına geçtim. Yansımama baktığımda ne kadar berbat göründüğümü fark ettim. Ben ki intikamını bile alamayıp yarım bırakmış zavallı bir kızdım. Oysaki onlar acımamışlardı. Benden en önemli varlığımı çalmışlardı. İlk kez bu kadar mutlu olduğumu düşünürken o mutluluğu bile almışlardı elimden. Aynada ki acınası görüntüm tüm gerçekleri bir bir yüzüme vuruyordu adeta. Ben ise sadece bakıp ağlamakla yetiniyordum. Elimden bir şey gelmiyordu.

Ve şuan da ilk kez aylar önce intikamımdan vazgeçip , vurucu darbeyi indirmediğim için pişmanlık yaşıyordum. Yılanın başını küçükken ezmek gerekiyordu ama artık çok geçti farkındayım. Aynada gördüğüm yansıma bile bana bunu söylüyordu işte... Ben , yenilmiştim!

Şah-Mat (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now