23 3 0
                                    

Sevgili Maria'm aşkım,
Geçen gün evde dolaşırken anı kutumu buldum. İçine baktım, geçmişe baktım ve bize baktım. Yaşanmışlık dolu bir kutuydu. Senden sonra terk etmek istediğim o şehiri terk etmiştim fakat şuan mutlu musun dersen hayır derdim. Sorun şehir değil, bendim. Sorun anılarımızın kötü olması değil, onları benim kötü yapmamdı. Şimdi sorsam sana sen de sorun şehirler, kaderimiz, dönem diyebilir misin? Ben diyemem. Büyüdüm ve anladım. Hayatı zor kılan insanlardır. Hayatın akışını bozan yine insanlardır. Dünya'yı mahveden, kardeşleri kalleş yapan, bir ekmeğe sermaye dökmemize sebep olan, gençliği zehir eden, ağlamayı bile yasak kılan insanlardı. Ne illet bir şeymiş bu insanlık, hiç mi iyilikleri olmaz? Diyorum, sonra belki de olabilirdi diye içimde kendimle çatışıyorum, sonra kendi hayatını mahvedipte başkalarına suçu yıkan bir devirde bu olamazdı diye geçiştiriyorum. Sorsan ben de öyleydim. Aileme, döneme, dinime ve diğer her şeye kızdım fakat bir kendime kızamadım. Kadere laflar ederken neden kendime etmedim? Kızdığım o siyaset tanrıları gibi, kendimi tanrılaştırdığım için mi yoksa suçumu kabullenirsem, sana nasıl hesap vereceğimi bilemediğim için mi ?

O yıllarda gitmenin ağırlığına, sensizliğe ve hatalarıma alışmaya çalışıyordum. Gittiğinde kısa sürer sanmıştım fakat sensiz 5 yılı geri de bırakmıştım. İzin ver de sana o 5 yılı biraz anlatayım.
Ülkenin hali iyileşmek yerine kötüleşiyor, herkes birbirine düşman oluyordu. Ekonomik olarak aşırı sıkıntılar çekiyor, bir ekmek için bile saatlerce sıralarda duruyorduk fakat artık sıralarda durmak korkunç hale gelmişti. O dönemler kuyruklara bile saldırılar oluyordu. Her şeye gelen zamlar insanları bezdirmişti. Bazen annemle o sıralara girer, saatlerce beklerdik. Korku içinde, etrafa göz gezdirerek beklediğim o sıralarda aldığımız ürünler bile çok pahalı olurdu, beklemeye değmezdi. Siyasette oluşan sıkıntılar giderek büyüyor, ülke isyan ediyordu. Gazetecilerin nirvana olduğu o dönem, haberlere bakmak bile korkutucuydu. Zaten sürekli saldırı, ölüm ve vahşet okuyorduk. O kadar kaos yetmezmiş gibi cezaevlerinden kaçışlar oluyordu ve halkın korkusu gitgide artıyordu. Yılın başlarında yaşanan o siyasi cinayetler durmamıştı. Bazı kişiler sıkıyönetim baskısı yapıyordu fakat başkan bu durumu istemiyordu. Sıkıyönetim gelmemesi sonucunda gazetelerde okudukça kanımızın donduğu o katliam gerçekleşti. 19 - 26 Aralık 1978 Kahramanmaraş Katliamı...
Bu katliam öyle böyle değildi. Aleviler hedef alınmıştı. 107 ölü vardı. O olaylarda, orada olmadığıma rağmen hatırladıkça içim ürperiyor. Olayların kötüleşmesi sürekli bir cinayet vakası olması yüzünden 1978'in sonlarında hatırladığım kadarıyla 26 Aralık 1978'de 13 ilde sıkıyönetim uygulanmıştı. Açıkcası bu sıkıyönetim beni çok etkilememişti fakat babam ve abimin kavgalarının şiddetlenmesine sebep olmuştu. Sıkıyönetime rağmen çatışma işlerinde olduğu için sürekli dışarı kaçan abim, babamın şüpheye düşmesine sebep oluyordu.
1979'a geldiğimizde ekonomik olarak daha da kötüleşmiştik. 1978 başlarını aratan bir ekonomi olmuştu. 1979'da enflasyon %80'leri görmüştü. Bu dönemlerde başkan değişmiş fakat bu değişimin halka bir katkısı olmamıştı. Aksine zamlar üst üste geliyordu. Artık insanlar geçimde sıkıntı çekiyordu ve ekonomik bunalım gittikçe artıyordu. Çoğu şeye %100, %200 veya %70 gibi dudak uçurtan zamlar geliyordu. Halkın tepkisini hatırlıyorum da, annem gazeteye bakar bana şikayet ederdi. Ben durumu artık normal buluyordum fakat annem söylendikçe söyleniyordu. İnsanların almak için sıraya girdiği gazetelere babamda düşkündü fakat ben gazete de, radyo da sevmezdim. Bazen babam dibimde radyo açar, içimi daraltırdı. 1980'de bir sürü haber çıkmıştı. Ülkenin o haline rağmen hala siyaset konuşuluyordu, hoş siyaset yüzünden ülke bu hale gelmemiş miydi?
12 Eylül 1980'de halkın beklemediği bir şey oldu, gazetelerde aynı manşetler yazıldı. " Parlamento ve hükümet feshedildi, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildi. ORDU YÖNETİME EL KOYDU. " saat sabah 5'ten itibaren sokağa çıkma yasağı başlamıştı. Başlarda bu olaylar beni etkilememişti fakat 1980 ülke için toparlanma, benim için batma yılıydı. 12 Eylül 1980'de başlayan askeri rejim, 7 Aralık 1983'te bitmişti. Üç yıl boyunca sıkıyönetimle yürütülen ülke normale dönmüştü, ekonomi olarak biraz daha iyi hale gelmişti. Ülkenin halini özetlediğime göre, çünkü detaya girsem yaşadığımız o zorlukları bu kadar kolay anlatamazdım, şimdi benim, sensiz geçirdiğim o 5 yılı anlatmak istiyorum. Ülkenin halini değil, benim halimi okumanı istiyorum.
Gittiğin ilk günden beri burnumda tütüyordun, bir gün bile başımı yastığa koyupta, rahat bir uyku çekemedim. Sen gittiğinde 1978'in başlarıydı. Bir tek yılın değil, benim de gençlik yıllarımın başıydı. Tanrı biliyor ya, 18 olduğumda mutlu bile olamamıştım. Sen gittikten sonra sürekli hastalandım, yemeden içmeden uzaklaştım ve bir kere bile mutlu olamadım. Ailemde kavgalar da şiddetleniyor, artık sadece bana kızılmıyordu. Hoş senden sonra, eski halime döndüğüm için, kızılıcak pek bir şeyim yoktu ama ailem bir sorun buluyor ya, sürekli hasta olmama, mutsuzluğuma kızıyorlardı. Daha doğrusu annem kızıyordu. Bana kızmak için bahane arayan annem abimi, babama karşı yine koruyordu. O işlerin içinde olmasına rağmen nasıl hala annem ona kızmıyordu, anlam verememiştim. Aslında düşününce bu ülkedeki kadınların erkek çocuk merakıyla alakalıydı.
1980'e geldiğimizde konu benim bekar olmam olmuştu. Tüm aile üyelerinin gözüne çarpıyordu. Annemse benim bu mutsuzluğumu artık sana bağlamıyor, bir erkeğe sevdalandığımı düşünüyordu. Zaten bir kendisinde suç aramazdı. Sokaktan geçen alakasız birine bile suç atardı ama asla kendinde suç bulamazdı. Onun gözünde abime ve bana yaptığı ayrımcılığa rağmen, mükemmel bir anneydi fakat bana yaptığı anneliği geçtim, abime yaptığı annelik bile yanlıştı.
Bir gün yanıma gelip
" senin Alman kız gitmiş. O yüzden sen bu kadar uslusun. " demişti. Hala anlayamamıştı. Uslu değildim, paramparçaydım. Sensiz bir şey yapmaya halim bile yoktu ya. Yaşama hevesim bile beni terk etmişti. Bunu bile fark etmiyorlardı fakat onlar mükemmel bir aileydi.
Bu dönemin krizlerine rağmen aileme benim bekar olmam battığı için, benim haberim olmadan bana birini bulmuşlardı. Ben mi hayattan çok kopmuştum bilmiyorum ama bana birini bulduklarını, akşam çaya diye sandığım fakat isteme günüme gelen Gül'den öğrenmiştim. O gün annem bana çok iyi davranmıştı. Hatta öperek, severek uyandırmıştı. Bu aileye olan güvenim hiç yok ya, hep neden böyle davranıyor diye düşündüm, zaten akşam ortaya çıkmıştı. Hayattan koptuğum anlar olmuştu. Kanın beynime sıçradığı, etrafımdakileri bile algılayamadığım, kalbimin bir garip çarptığı ve öldüğümü sandığım anlar. He işte bu anda öyleydi. İlki, seni ilk kez gördüğümde, ikincisi beni terk ettiğinde, üçüncüsü ise haberim olmadan beni istemeye geldiklerinde hissetmiştim. Annemin bu kadar olaya rağmen abime olan güveni tamdı ve abimin bana bulduğu kişiyi bile sorgusuz, sualsiz kabul etmişti. O gün salondaki kahverengi koltukta oturmuş, benim için üzülüp elimi tutan Gül'ün, elini sıkıca kavramıştım. Kendimi tutmaya çalışsamda gözyaşlarım durmuyordu. Ağlıyordum fakat kimse bu kız niye ağlıyor diye dönüp bakmamıştı. Sırtımı sıvazlayan Gül'ün, omzuna kafamı koymuş, hüngür hüngür ağlıyordum. Hadi yanaklarımdan akıp giden yaşı görmediler de, sesimi de duymadılar. Hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordum fakat kimse dönüp bakmıyordu bile. Sonra iyice düşündüm ve hayatımdaki yerimi anladım. Kendi hayatımda, benim bir rolüm, seçimim, hakkım yoktu. İnsanlar ister ben ise yapardım. Hayalet gibiydim. Sadece sen bana hayatımda benim rolüm olduğunu hissettirmiştin, seçimler yapmama izin vermiştin. Beni dinlemiş, ağladığımda sırtımı sıvazlamıştın. Benimle alakalı şeyleri, ailem gibi kendin seçmiyor, bana soruyordun. Aslında olması gereken, normal olan buydu fakat bir sen bana normal davranınca, ben bu durumu bile garipsiyordum.

Maria'm (GXG)Where stories live. Discover now