9 2 0
                                    

Sevgili Maria'm papatyam,
İnsanlar teknolojik olarak ne kadar ileri giderse, zihniyet olarakta o kadar geriliyor. Ürettiğimiz ürünler bizi ileri taşırken, biz kendimizi geri sürüklüyoruz. Yıllardır gelişen fikirler olması gerekirken, insanoğlu geri kafalı düşünceleri daha çabuk kabulleniyor. Belki de yeni düşünceler ve onları kabullenmek zor geliyordur. Geçmişte var olan, en sığ düşünceleri şiddet ekleyerek, şuanki zamanda savunuyoruz. Belki de insanlar bu yüzden hırçındır. Düşünceler değişmedikçe, anlatma biçimi değişir. Sağ sol çatışmaları bitmiş gibi dursa da, sadece şiddeti azalmıştı. İnsanlar ayrışmak için bahaneler arıyor gibi davranıyordu. Herhangi bir nesneye bir taraf mavi dese diğer taraf yeşil diyip olayı uzatıyordu, üstüne bu olay daha tartışılıp, kabullenmezken yeni bir taraf çıkıp o nesneye kırmızı diyordu. Şuanki yıla ve geçmişime bakıyorum da sana değişen tek bir şey sayamam, değişti desem bana evrimleşmiş halini gösterirsin. Her nesil zorluk yaşıyor, şuanki yılın geçmişten pek farkı yok. İnsanlar ekonomik olarak zenginleştiğine bile inanıyor, oysa düşünce olarak gerilediği için böyle düşünüyor. Şuanın geçmişe tek farkı insanların bizim aşkımızı kabullenmesi olabilirdi, en azından bir kısmı için diyebilirim. Şuan ki yaşamda gençliğimizi yaşıyor olsaydık, belki çok mutlu olurduk. Belki yine yargılanırdık fakat bazıları kabul görüp bize laf etmezdi.

Abimin ölümünün üstünden aylar geçmişti, bir yıl daha bitmişti. O günden sonra sürekli senden mektup beklemiştim fakat çabalarım boşunaydı. Bana diktiğin elbiseyi arada dolabımdan çıkarır koklardım, bu vaziyetimin acınası olduğunu düşünebilirsin fakat sana dair bir koku, bir hatıraydı beni bu denli ayakta tutan. Senden önce bir durumdan bu kadar müzdarip olduğumu hatırlamam, senden sonrasında bazı yaşadıklarım benim için fazlaydı.
Yazdığın mektubu o günden sonra defalarca okudum. Bana küs olmadığını duymanın verdiği mutlulukla mı alakalı, bilmiyordum fakat iyi hissettiriyordu. Karşılığında sana bir mektup yazmak istemiştim ama ne zaman o masanın başına otursam ellerim titriyordu. Yine de bunu yapmalıydım diyordum. Başını yazıyor fakat devamını getiremiyordum. Aklıma bir şeyler gelsin diye gramofona plak takıyordum, seni düşünüyordum, düşünmekten bir türlü yazamıyordum. Aslında sorsan şuanda yazarken zorlandığımı söylerim, sadece yaşadıklarımızı yazdığım için bir tık daha rahatım. Yaşadıklarımızı bir kitap gibi yazdığımı biliyorum ama böyle daha rahat geliyor, yaptığım hataları sanki kitaptaki aptal başroller yapmış gibi hissediyorum. Anlatmak daha kolaylaşıyor, belki sen de okurken romantize edeceksin, belki de başrol gibi okuduğun için kızıp geçeceksin.

Abimin ölümünün üstünden aylar geçmesine rağmen annem hala atlatamamıştı. Ben de etkisini yaşıyordum fakat annem kadar kimse ızdırap çekemezdi. Babam sanki o kadar şey yaşanmamış gibiydi, hatta bazen anneme bile kızıyordu.
Gül ile hala arkadaştık. Bedri olmadıkça yanımda kalıyordu fakat bu iki aydır kalamıyordu. Bedri karısı ile sürekli kavga ediyordu, bu yüzden dönmemişti. Arada çocuğunu sormak için mektup yazardı fakat karısı nadir cevap yazardı. Zaten mektubun gelişi de uzun sürerdi, bu yüzden Bedri geldiğinden beri çok sinirliydi. Sürekli bir şeylere laf ediyordu. Kızmak, söylenmek için bahane arıyordu. Annesi de bu durumdan payını alıyordu. Neredeyse her gün bizimleydi ve oğlu bir olaya söylenince, o da söylenmeye başlardı. Ailelerimiz artık bizden çocuk bekler olmuştu ama Bedri çocuğumuz olamayacağını, hastalık olduğunu söylemişti. Bir gün annesi kimin yüzünden çocuk olmadığını sorduğunda ben boş bulunup Bedri yüzünden dediğim için, eve geldiğimizde kavga etmiştik, hatta fazla ileri gidip vurmuştu. Bu olaya bile alınacak kadar sinirliydi fakat umrumda değildi. Annesinin ağzına laf vermek istememiştim, zaten bir kusur arıyordu.
Bu olaylar dışında hayatım iyiydi, zaten Bedri iki üç ay daha kalıp dönmüştü. O zamanlar biraz zor geçmişti. Aramızdaki tek sorun, orada yaşadığı sıkıntıları bana yansıtmasıydı. Boşanmalarından korkar olmuştum, eğer öyle bir durum yaşanırsa naparım diye düşünüyordum. Bedri o yıl boyunca karısıyla sürekli kavga ettiği için, orada bir ay, benim yanımda 2, 3 ay kalmaya başlamıştı. Ne zaman şiddetli kavga etse buraya geliyordu, bu durumu bana da yansıttığı için sürekli kavga ediyorduk. Artık barışmaları için dua etmiştim. Neyse ki o yıl her şeyi düzeltmişlerdi ve Bedri tekrardan eski gidip gelme düzenine dönmüştü. Bir hafta burada kalıyor, 4 bazen 5 ay orada kalıyordu.
Dediğim gibi bir yıl daha bitmişti ve ben sensiz 4 yıl geçirmiştim. Yeni yıla girdiğimizde artık sıkıyönetim kalkmıştı. Bazı durumlarda müdahaleler hala bitmemişti fakat yasakların çoğu kalkmıştı. Sensiz 5. yılıma giriyordum ve artık dönmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. O yıl artık seninle meşgul olmayı bırakmaya çalışıyordum, çünkü yıllar bittikçe dönmene dair umutlarım azalıyor, aşkım hala ilk gün ki gibi harlanıyordu. Bu yüzden yine kendimi derin bir sessizliğe, mutsuzluğa gömmüştüm ve bu da hayatımın kötülemesine sebep oluyordu. Zaten o yıl oylanacak başka bir şey olmuştu. Gül o çocukla evlenmeyi düşünüyordu. Mutluluğuna ortak olmaya ve eksiklerine yardım etmeye çalışıyordum. Bazı eksiklerini kendi çeyizimden vermiştim. O ne kadar mahcupta olsa kullanmadığımı dile getiriyordum. Onun dışında bazı çeyiz örgülerini tamamlamaya başlamıştık. Bedri olmadığı için bize geliyordu ve karşılıklı oturup, örgü örüyorken, sohbet ediyorduk. Bana tanıştığı kişiyi anlatıp duruyordu. Çocuk iyi gibiydi, tanıştırmıştı fakat ailesi yüzünden sıkıntı çekecek gibi duruyordu. Çocuğun ailesi cimri, paragöz, emir vermeyi seven tiplerdi. Annesi oğluna fazlasıyla düşkündü. Şu annelerin oğlan çocuk aşkını asla anlayamıyorum. Çocuklarını asla paylaşamıyorlar. O zaman neden evlendirirsin ki?
Gül'ü bir kaç kez bu konuda uyarmış, hatta Bedri'nin ailesinden örnekler vermiştim. Her ne kadar evli gibi olmasakta ve bunu Gül'de biliyor olsada, Bedri'nin ailesi bunu bilmiyor ve ona göre davranıyordu. Şuan hala bile Gül'ün istemesini, kınasını, düğününü hatırlarım. Hepsinin beraber üstünden gelmiştik. O heyecandan titreyen ellerini, yerinde duramayışını, hızlı nefes alışverişlerini bile hatırlıyorum. Hoş bende en az onun kadar heyecanlıydım. Ailesinden bile daha heyecanlıydım. Kına gecesinde beraber sarılıp ağladığımızı bile hatırlarım. Gururlu bir anne gibiydim. Çocuğun onu üzmesinden o kadar korkuyordum ki, benim bile Gül'e bakarken içim gidiyordu. Bembeyaz gelinliğiyle, o sıcak gülümsemesiyle, kıvırcık saçlarıyla ve daha sayamadığım güzel detaylarıyla ben bile ona hayran kalmıştım. Artık eskisi gibi onu göremeyecektim. Çok uzağa taşınmıyordu fakat evliydi. Bir süre sonra çocuğu olucaktı ve artık tüm ilgisi ailesi olucaktı.
Gül'ün yeni evi senin üniversitene yakındı. Oradan her geçtiğimde, içim daralıyordu. Sanki hala o okul bahçesinde arkadaşlarınla sohbet ediyormuşsun gibi hissediyordum. Senin geleceğin zaman belli değildi, Gül artık evliydi, abim ölmüştü, annem bu hayatta değil gibiydi ve bense kasvetli, alışamadığım o evde sabah akşam müzik dinliyordum. Yalnızlıktan çok korkardım eğer o gramofon olmasaydı, korkudan kafayı yemiştim. Balkona çıkar, o ılık havada henüz kararmayan gökyüzü altında oturdukça mektup yazmaya çalışırdım fakat sonra vazgeçerdim. Bir korku yaşardım, bırakırdım. Gül'ün evlilik sürecinin bu kadar hızlı geçtiğini düşünme, geçen yılın sonlarında başlayan hazırlıklar, yeni yılın ortasında bitmişti.
Sen geri döndüğünde Gül 1 yıl 2 aylık evliydi. O dönüşünü hatırlıyorum da hala içim kıpır kıpır oluyor. İnsan alışık olduğu yüzleri görmeye hasret olunca, ilk görüşte o yüzlere adapte olamıyor fakat adapte olunca da anlam veremediği hisler yaşıyor. İçinde garip bir hüzün, aynı zamanda içini kıpır kıpır eden mutluluk hissediyor.

Maria'm (GXG)Where stories live. Discover now