8. LUNAPARKIN KÜLLERİ

1 1 0
                                    

“Ama onun lunaparkını yaktılar. Işıkları tek tek söndü, müzik kesildi ve heyecanlı kalabalık korkunun tutsağı oldu.”

Bazı insanlar özgürdür ama her insan birer esirdir. Kimisi birinin esiri kimisi bir şeyin… Bizler ise kendimizin esiriydik. Tutsak olduğumuz tek şey kendi kafamızın içiydi.

Onlarla ilk tanıştığımda sadece kendi anormalliğimin tutsağıyken şimdi hiçbir suçum olmamasına rağmen vicdanımın tutsağı olmuştum. Nazlı’nın tanımadığı bir adam yüzünden yaşadıkları beni bu hale getiriyorsa uğruna canını bile verebilecek bir adama neler hissederdi düşünmek istemiyordum. Ama istememek ya da görmezden gelmek artık elimde değildi. Hakan gözlerimin önünde kendisiyle olan savaşında mağlup oluyordu ve bu savaş gözümün önünde yok sayamayacağım şekilde yapılıyordu.

Nazlı benim için hayatımda sadece aynı hastalığa sahip tanıdığım bir yabancı değildi. O, yıllarca savaşıp nefesini sonsuza dek kesmemek için direnmiş, ansızın bir gece ne kadar yalnız ve ne kadar çaresiz olduğunun farkına varmış, her şeyi bitirmeye hazır olan bir kızı, bir yabancıyı kendine getirmişti. O gece herkes uyuyordu. Annem bile ben o pencerenin başında yeryüzünü izlerken uyuyordu. O gelmiş ve benim için korkmuştu.

Annemden yardım istemiştim. Benden ne kadar sıkıldığını bir kere daha belli ederek beni yalnızlığımla baş başa bırakmıştı. Nazlı gelmişti. İyi olduğumdan emin oluncaya kadar yanımda kalmıştı. Bu yüzden mi başkaları yüzünden çektiği acılar yüreğimi bu kadar sızlatıyordu? Neden Hakan’ın bu halde olması canımı yakıyordu? Neden Ferit kendini suçlarken ben de onun yerine üzülüyordum? İnsan olduğum için miydi bunlar sadece. Daha önce de birinin fazlasıyla acı çektiğini görmüştüm. Üzülmüş ve onun için daha iyisini isteyip her şeyi unutabilmiştim. Bu yaşıma kadar bir sürü acıya tanıklık etmiştim ama ortak olmak yaşamakla aynı şeydi. Belki onlarla aynı hastalıklara sahip olduğum için bu kadar yakın hissediyordum kendimi ama daha önce hiçbir insan benim güvenli bölgem olmamıştı.

Onların yanında denizinin sahiplendiği balık gibi hissetmek tuhaf gelse de tattığım en güzel histi. Hep denize ait bir şey olmak istemiştim ama her şey bana kendimi olmaması gereken biriymişim gibi hissettirmişti. Bir fazlalık gibiydim. Şimdi ise hep olmak istediğim ama kendimi hiç layık görmediğim o balıklar gibi görebiliyordum.

Hakan’ın anlattıkları sadece bizi değil kendisini de mahvetmişti. Birilerine anlatmak her şeyin ne kadar gerçek olduğunu yüzüne vurmuş gibi bir acı geçti gözlerinden. O bir katildi ama sürekli bilerek yapmadığını söylemiş, ona olan düşüncelerimizin değişmemesi için adeta çırpınmıştı. Garip bir şekilde ona inanıyordum. Hepimiz inanıyorduk. Onu hiç tanımayan biri bile inanırdı çünkü gözlerinde gördüğüm korku tüm bedenimi soğutmuştu. Mert’in anlatılanları idrak etmesi bizden uzun sürse de sonunda kuzenine olan bağlılığı ve sevgisinden dolayı onu her şeyin hallolacağına ikna etti.

“Nazlı’yı bulduktan sonra teslim olacağım. Kaçmayacağım.” Ona inanmadığımızı düşünüyormuş gibi bu cümleyi sürekli tekrar ediyordu.

“Sana inanıyoruz kardeşim,” dedi Mert her zamanki destekleyici tavrıyla ve kolunu Hakan’ın omzuna attı.
Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Oturduğum koltuktan dikiz aynasına baktığımda Ferit’in boş gözlerle akıp giden yolu izlediğini gördüm. Onun için de kolay değildi.

“Nereye gidiyoruz şimdi?” diye sordu Acar.

“Bilmiyorum,” Ferit’in sesi durgundu.
Neredeyse beş saat boyunca Ferit karavanı nereye doğru olduğunu bilmeden sürdü. Yavaşladığımızda geldiğimiz yere bakmak için cama yaklaştım. Kafamı iyice kaldırıp baktığımda gördüğüm koca tabela içimi kötü bir sıkıntıyla kapladı.

TUTSAK (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now