12. KELEBEK

1 1 0
                                    

“Beni mecbur bıraktığı ne varsa hepsinin pişmanlığında boğulmasını istedim.”

NAZLI

Gözkapaklarım açılmamak için direnirken onları zorladım ve nihayet gözlerimi açtığımda pencereden vuran keskin güneş ışığıyla geri kapattım. Yatağımda doğrulduğumda beklenmedik bir anda gelen öksürük krizi muhtemelen kapının önünde bekleyen annemin içeriye dalmasına neden olmuştu. Sık sık olan bir şeydi ama bu zorladığı gerçeğini değiştirmiyordu.

Nefesim daralırken annem yanıma gelip sakin olmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Sonunda bittiğinde komodinde duran yarım su şişesini uzattı. Bir yudum içip geri yattığımda soru sormaması için uyuyacağımı söyledim. Aslında onu benim için üzülürken görmek istemiyordum. Bir süre daha başımda bekledikten sonra kapı açıldı ve duyduğum sesler vaktin geldiğini gösteriyordu.

“Filiz Hanım, Rıfat Bey ile odama gelir misiniz son durumlar hakkında konuşmamız gerek.”

“Ama Nazlı.”

“Merak etmeyin hemşire ilgilenecek.”
Kapı kapanma sesini duyduğumda yavaşça gözlerimi açtım ve hızlıca kalkıp üzerime rahat bir şeyler geçirdim. İçinde kitabımın ve kulaklığımın olduğu minik sırt çantamı da alıp odadan çıktım. Bu doktorum Selim Bey ile yaptığımız gizli bir anlaşmaydı. O annemleri oyalayacaktı ve ben de biraz olsun terasta nefes alacaktım. Gerçi bu terasa hastaların çıkması yasaktı ama doktorumu zorda olsa ikna edebilmiştim.

Kapüşonumu geçirip koridorda ilerlerken kimseye yakalanmamak için etrafı kontrol ediyordum.

Nihayet asansöre bindiğimde yanımda yaşlı bir kadın vardı. Başımla selam verdiğimde yorgun bakışlarıyla gülümsedi. En üst kata ulaşıp asansörden indiğimde çok uzun olmayan ama ciğerlerimi zorlayacak bir merdiven tırmanmam gerekiyordu. Derin bir nefes alıp ilk adımı attım. Daha dördüncü basamakta nefes nefese kalmıştım ama iyiydim. Kendimi bir dağa tırmanıyormuşum gibi hayal ettim. Çok zor ama dayanmak zorundayım dayanmazsam düşerim ve ölürüm. Ölmek çok mühim değil ama düşersem üzülürüm.

Son basamakta tıkanan nefesimi sakin kalmaya çalışarak açmaya çalışıyordum. Terasın büyük ve ağır kapısının kolunu ittirerek açtığımda kolum şiddetle ağrıdı ve ciğerlerime keskin bir acı hücum etti. Neyse ki anlık bir şeydi. Yavaş adımlarla içeri girdim ve anında göğe baktım. Mavinin en güzel tonu bugün daha açık bir renkti. Tıpkı onun gözleri gibi. Herkes buz mavisi diyordu ama onlar gök mavisiydi. O gözler için susabilirdim.

Daha önce hastane arkadaşım ile birlikte gizlice getirdiğimiz şezlong yerinde duruyordu. Üzeri biraz tozluydu ama bir önemi yoktu. Çantamı yere koyup şezlonga uzandım ve temiz havanın yarım ciğerlerime dolmasına izin verdim. Sadece yirmi dakika vardı. Elbette daha fazlasını istiyordum ama zaman, hiç fazladan isteyebileceğim bir şey olmamıştı. Her anımı son anım gibi yaşamak istemiyordum. Ben de herkes gibi sonumu bilmeden elimdeki zamanı savurganca kullanıp keyif almak istiyordum ama bu daima benim için en ulaşılmaz olmuştu.


IŞIK

Acar evine dönmüştü ve biz hiç vakit kaybetmeden onu ziyarete gidiyorduk. Nehir ve ben markete uğrayıp bir şeyler alacaktık. Bunu Acar’a söyledikleri için şu an onun upuzun istek listesi için koca marketi talan ediyorduk. İçecek reyonunda oyalanırken Nehir cips seçemediği için beni çağırdı.

“Baharatlı mı istemişti sade mi?”

“İkisini de.”

Neşeyle paketleri market arabasına atarken gülmeden edemedim. O biraz daha seçenek araştırırken ben sıkıntıdan etrafı incelemeye başlamıştım. Bakım ürünlerinin olduğu kısa rafların arkasında siyah kapüşonlu bir adamın bize baktığını gördüm. Beni fark ettiğinde raftaki ürünlerle ilgilenmeye başladı. Tanıdık fiziği kalp atışlarımı hızlandırırken ona bakmaya devam ediyordum. Kafasını kaldırıp tekrar bana baktığında göz göze geldik ve o an ne yapacağımı bilemeyerek Nehir’e başka şeylere bakacağımı söyleyip onu takip etmeye başladım.

TUTSAK (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now