24. SON NEFES

1 0 0
                                    

“Tanık olduğum en büyük yangın, bugün içimde harlanan yangındı.”

Bazen yürüdüğümüz yollar bir denize dönüşür, adım atmak zorlaşır. O yollar genelde yürümek zorunda olduğumuz yollardır. Şimdi yürüdüğüm yol da dalgaları hırçınlaşmış, ilk kurbanını bekleyen bir deniz gibiydi.

Günün ilk ışıkları yanana kadar yürümüştüm. Etraf bembeyaz karlarla kaplanana kadar dışarıda kalmıştım. Üşüdüğümü hissedemiyordum çünkü tam nefes boşluğumdan başlayan bir yangın vardı. Dumanı yüreğimi ele geçiriyordu ve yardıma kimse gelmiyordu çünkü kimse görmüyordu.

Nazlı’ya gitmeye karar verdiğimde zihnim her şeye rağmen tekrar çalışmaya başlamıştı. Onun sözlerine ihtiyacım vardı. Beni tanıştığımız ilk gece olduğu gibi şimdi de hayata döndürmesi gerekiyordu. Onu aramak için telefonumu çıkardığımda sesi kısık telefonda Nehir’in ismini gördüm. Ondan ve diğerlerinden onlarca cevapsız arama vardı. Konuşmak istemiyordum ama en azından iyi olduğumu söylemeliydim. Gerçi iyi olduğum söylenemezdi.

“Nehir,” yorgunluğum sesime de yansımıştı.

“Işık!”

“Nehir, ağlıyor musun sen?”

“Işık, gel!” Nefes almakta zorlandığı anlaşıyordu ve deli gibi ağlıyordu.

“Neredesin, ne oluyor?”

“Nazlı…” Ağlamaktan konuşamıyordu. Korku içimde filizlenirken çok kötü bir şey olacağını seziyordum.

“Neredesin?” diye sordum.

“Her zaman geldiğimiz kumsalda.” Oraya fazla uzak değildim. Koşmaya başladığımda korkuma rağmen o soruyu sordum. “Ona ne oldu?”

“Onu da... Onu da vurdular.” Olduğum yerde durdum. İnkâr etme yeteneğim geri gelince koşmaya devam ettim. Telefon elimden düşmüştü. Onu almadan kendi kendime sayıklayarak koşmaya devam ettim.

  Hayır diyordum içimden. Hayır, ona bir şey olmayacak. Hayatını daha yeni kazanmışken, ona bu kadar ihtiyacım varken olmaz.

Karları ezerek kumsala ulaştığımda altı kişi gördüm. Biri uzakta oturmuş muhtemelen kriz geçiriyordu ve biri de onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Biri telefonla konuşuyordu ve elini saçlarının arasından geçirip etrafına bakıyordu. Biri dizlerinin üzerine çökmüş ağlıyordu. Kucağında sevdiği kadın yatıyordu.
Oraya doğru yürüdüm. Dizlerim defalarca düşmüşüm gibi acıyordu. Oraya varmak istemiyordum. Onu gülerken görmek ve ona sarılmak istiyordum.

“Kalbine denk gelmiş,” dediğini duydum Gökhan’ın.

“Kurtarabilirler değil mi?” diye sordu Mert.

“Üzgünüm,” Gökhan’ın gözünden bir damla yaş aktığında Hakan’ın tam arkasındaydım.

Bedenimde hissettiğim uyuşma, ruhuma sızmaya başladığında kafamdaki ses her şeyin bittiğini, kaybettiğimi ve bu sefer tamamen yalnız kaldığımı fısıldamak için yerini aldı.

“Nazlı!” diye haykırdı Hakan sonra Mert’e döndü, “Mert Nabzı atmıyor. Bir şey yapalım Mert!” Sırılsıklam olmuş yüzü ve kızarmış mavi gözleriyle çocuk gibi kuzenine yalvarırken acı çok fazlaydı. Mert’i ilk defa ağlarken görüyor olmak bile canımı yakmaya yeterken buna nasıl katlanacaktım? Beni bir acıya gönderdikten sonra burada, karşımda olması gerekirken onu nasıl kaybedecektim?

Dayanamazdım, bunlara dayanamazdım.

Beyazın en temiz tonuna bulaşan kızıllık ayakuçlarıma kadar yavaşça ulaştığında daha fazla dayanamayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Titreyen ellerim kalbimin üzerinde durdu. Onların yalvaran bağırışlarına nazaran ben oldukça sakin davranıyordum. Evimin başıma yıkıldığını hissetmemle yüzüme vuran gerçek, kalbimi hiç olmadığı kadar yakmıştı.

Tanık olduğum en büyük yangın bugün içimde harlanan yangındı. Bugün bu denizin kumsalında ruhum öldü ve ben ona veda bile edemedim.

Bugün bu karların üzerinde yedi çocuk öldü ama sadece birini toprağa gömdüler.

Bugün nefesim, tamamen kayboldu.

DEVAM EDECEK...

TUTSAK (Kitap Oldu)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن