22. İZ BIRAKMAYAN YARALAR

0 0 0
                                    

“Her zaman yanımda olan insanlar şimdi karşımdaydı ve arkamda en olmaması gerek kişi duruyordu.”

GÖKHAN

İçerisi kalabalık. Bizi izleyen onlarca insan gözlerini kırpmadan rakibimin hamlesini bekliyor. Karşımdaki çocuğun tedirgin olduğunu biliyorum. Gerginlikten ölüyor. Sonunda parmaklarının ucundaki taşı oynattığında keyifle gülümsüyorum. Onu tek hamlede yenebilirim. İhtiyacım olan taşa uzandığımda gördüğüm toz zerreciğiyle kaskatı kesiliyorum. Dokunamam orayı temizlemem gerekiyor.

“Bu çocuk çok iyi. Karşısına kimi getirsek yeniyor,” dediğini duyuyorum bir öğretmenin. Evet, öyleyim ama biri burayı temizlemeli.

Rakibime bakıp tepkisini ölçmeye çalışıyorum. Şaşkın görünüyor. Zamanım tükenmek üzere. Elimi kaldırıyorum ama toz çoğalıyor. Nefes alamıyorum. Yukarıdaki pencerenin perdesini sonuna kadar açıyor birisi. Beni sevmeyen o çocuklar olduğunu biliyorum. İçeri giren güneş ışığıyla toz zerrecikleri daha da belirginleşiyor. Her yer kirli diyorum. Her yer pis. Zihnime susması için yalvarıyorum.

Daha fazla dayanamayıp kalkıyorum. Çıkarken ardımda bıraktığım tek şey, benden büyük beklentileri olan insanların şaşkın bakışları oluyor. Kendimi tuvalete atıyorum ve ellerimi yıkıyorum. Defalarca. Gözlüğümü siliyorum. Defalarca.
Siyah bir araba dışarıda beni bekliyor. İçinde babam var. Yanına oturduğumda yüzüme bakmıyor.

“Kazandın mı?” ellerimle oynadığımı fark ettiğinde kendine has sinir bozucu gülüşünü gösteriyor. “Bu saçmalığın bitme zamanı geldi. Sınav yaklaşıyor.”

“Sana söyledim, ben doktor olamam.” Sinirlense de beni ciddiye almıyor.

“Ailemizi yeterince tuhaf duruma düşürdün. Sen de tıpkı deden ve ben gibi doktor olacaksın. Tuhaflıklarına göz yumduğum halde bana karşı çıkmayı aklından bile geçirme.”

Neden diye soruyorum ama içimden. Neden böyle olmak zorunda?
Kan görmeye bile tahammül edemezken nasıl doktor olacağımı sormaya korkuyorum.

“Piyon kadar değerin var,” diyor babam. Onun ne olduğunu biliyormuş gibi.

  Olsun diyorum içimden. Piyon, o çok güçlü ordunun daima en önüne dizilir...

                                  ***

Uzandığım zeminin soğuk mermeri içimi üşütürken dışımı yakıyordu. Demir tadı dudaklarımda yer edindiğinde sonsuza kadar bu tadı alacağımı sanıyordum. Yüzümde bir çizgi çok yanıyordu ve elimi oraya götürdüğümde gördüğüm tek şey kırmızı sıvıydı. Küçücük çocuk elim beni kurtarmaya yetmeyecekti ancak ben bu ellerle satranç taşlarını herkesten iyi hareket ettiriyordum. Sırf uzattığı şeyi alamadığım için bunu bana neden yapmıştı ki?

Öğretmen benimle iyi geçinmesi gerektiğini söylemiş ve bana içinde oyuncak gemi bulunan şişesini hediye etmek istemişti. Böyle söylemişti ama ne kadar isteksiz olduğunu anlayabilecek kadar yalancı bir hayat yaşıyordum. Şişe kirliydi görebiliyordum. Onun için hiçbir şeydi fakat ben dokunamazdım. Önce temizlenmesi gerekiyordu. Bunu ona söylediğimde bir deliyle arkadaş olmaya çalışmanın saçma olduğunu düşündüğünü dile getirmişti ve üzerime yürüdüğünde ondan güçsüz olduğum için zor da olsa ellerimi şişeye uzattım.

Durdu ve almamı bekledi ancak ellerim uzansa dahi bir türlü yapamıyordum. Gözlerimi kapatmayı denedim. Belki görmezsem daha kolay olurdu ama olmadı. Kapalı gözlerimin ardından bir camın kırılma sesini duydum. Şişeyi duvara çarpmış ve kırılan parçayı yüzüme değdirmişti. Geri çekilmeye çalışırken sağ kaşımdan çapraz bir şekilde yüzümü kesmişti. Bu yetmezmiş gibi tekmelerle küçük bedenimi yere sermişti. Neyeydi bu öfkesi anlayamıyordum ama canım çok yanıyordu.

TUTSAK (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now