2. Bölüm : Değişim

417 82 21
                                    



ELANORE NERISSA


Geceyi atlatmıştım ve sabahı nasıl getirmiştim bilemiyordum. Yatağımda dönüp dururken içimdeki o hissi atamadım bir türlü. Yavaşça kalktım ve perdelerimi sonuna kadar açtım. Dün neredeyse ölüyordum ve yaşadığım günün kıymetini bilemeden belki de. Bugünü harika geçirmek için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Boy aynama yürüyüp yakınlaştım. Kocaman bir gülümsemeyle mutlu olmaya çalıştım ve saçlarımı tarayıp şekle soktum ve dağınık bir topuz haline getirdim. Ardından yatağımı topladım ve üzerime rahat bir şeyler giymek için dolabıma giderken telefonumun zil sesiyle yerimden sıçradım. Arayan Bailey'di. Olamaz ! Onu tamamen unutmuştum. Resmen dün onu bırakıp gitmiştim. Umarım kızmaz, lütfen kızmasın lütfen. Sakin bir şekilde telefonu açtım.

"Alo?"

"Günaydın, kuaföre iki biletim var !" Kaşlarımı çattım ve bu enerji dolu sese hayran kaldım.

"Ne?"

"Saçlarının kısalma zamanı gelmedi mi Bayan Rapunzel?" Kahkaha atmamak elde değildi. Abartıyordu saçlarım belime bile yetişmiyordu.

"Saçlarım daha fazla kısalmamalı Bailey, böyle gayet güzel." Arkadan başka sesler geliyordu.

"Aslında bunun için aramadım."

"Annem'in doğum günü ve hediyelik bir şeyler almak istiyorum." Harika, dünü unutmuştu.

"Sorarım ama pek bir şansım olduğunu sanmıyorum. Dün zaten babamın planlarını ertelemek zorunda kaldım." Napıyorum ben! Elimi alnıma koydum ve yüzümü ekşittim.

"O zaman sen beni ararsın."

"Tamam."

Siyah bir pantolon, krem bir bluz ve asker yeşili bir keten ceket giydim. Bir de kot çantamı alıp aşağı indim. Annem bu aceleciliğimden pek hoşlanmayacaktı.

"Günaydın anne." Annem pijamalarıyla mutfakta bir şeyler yapıyordu.

"Babam yok mu?" Zorla gülümsediği belliydi.

"Gitti."

"Yine mi?" Bana bir bardak süt uzatırken cevapladı.

"Sabahın erken vakitlerinde aradılar ve gitmek zorundaydı." Bu ani haberlere alışmıştık zaten, hepimiz.

"Bailey'le birlikte annesine hediye almaya gideceğiz." Yanağımdan öptü ve gri gözleriyle bana süzdü.

"Çok geç kalma tatlım."

"Görüşürüz anne." Son olarak rahat bir ayakkabı giydim ve kapıyı kapattım. Bailey'i arayıp çıktığımı söyledim ve kapattım. Evi uzakta değildi bu yüzden merdivenlere oturup onu beklemeye başladım.

Bir süre sonra gökyüzünü izlemeye koyuldum. Bulutlar harikaydı. Havanın kasvetli olmaması belki bugünü farklı kılardı. Çantamı karıştırdım ve kulaklığımı aramaya başladım. Bulamıyordum ama biliyordum ki her zaman kulaklığım çantamda olurdu. Aramayı bıraktım ve rüzgârın serinliğine kaptırdım kendimi. Arada saatime bakıyordum. Yaklaşık on beş dakikadır bekliyordum. Annemin özenle baktığı çiçeğinin kokusu burnuma geliyordu. Bleeding Heart. Bulutlara dikkatle baktığımda gerçektende onların hareketine şahit oluyordum.

Üşümeye başlamıştım ceketimin üzerimde kollarımı sarmalıyor olmasını bilmeme rağmen. Saçlarım tutturduğum tokanın kancasından bir bir çıkıyor ve kirpiklerime takılıyordu. Ellerimle her bir saçı kulağımın arkasına atıyor ve yolda kalkan tozların dansını görüyordum. Havanın güzelliği bir anda yok olmuştu. Gökyüzüne baktığımda berrak maviliği göremedim. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Gökyüzü bulanık bir yeşil olmuştu ve etraftaki ses rüzgârınkinden kesinlikle çok farklıydı. Karşı evlere göz attım. Ağaçların yaprakları kıpırdamıyordu. Ayağa kalktım ve kendi etrafımda döndüm. Her şey yavaşlamıştı. Rüzgârın etkisi şiddetli ama o kadar yavaş oluyordu ki her şey hayal gördüğümü düşündüm. Ancak bunun hayal olması imkânsızdı çünkü hissediyordum. Evin bahçesine baktım ağaçlar gerçektende mum gibiydi. Tüm rüzgâr benim etrafımda dönüyordu. Yolun ortasına çıktım ve gökyüzünde oluşan garip akımı izledim. Saçlarımı ve kıyafetlerimi birbirine katan rüzgâr gökyüzüne yükselmişti ve orada dairesel bir şeyler çiziyordu. İki korkutucu -ne olduğunu anlayamadığım- kafa dairenin dışından içeriye doğru dolanıyordu. Dikkatle o şeklin ne olduğunu anlamak için kafamı gökyüzüne diktim. Rüzgâr dinmişti derken o iki kafa ateş olup üzerime doğru hızla gelmeye başlamıştı ve ben kaçmak için kılımı dahi kıpırdatamıyordum. Çığlık atmaya başladım. Sesimi duyan kimse yoktu. Kuşlar bile çoktan uçup gitmişti. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, gözlerim korkudan kararmıştı. Bayılacaktım, dizlerim yere doğru çökerken ateş söndü ve boğuk bir ses duymaya başladım ama etrafımda kimsenin olmadığına emindim.

"Elanore?" Kolumun şiddetle sarsıldığını hissettim. Gözlerim kolumdaki sarsılmayı hissetmemle açıldı. Hızla doğruldum ve alnımı ovaladım. Başımda keskin bir ağrı vardı. Gözlerimi açıp kaparken keskin bir sızı hissediyordum. Ağlasam canım çok yanardı galiba. Bana neler oluyordu. Verandadaki koltuğa uzanıp kalmışım. Oysa verandadaki merdivenlere oturduğumu çok iyi hatırlıyorum. Başımı ovalarken Bailey bir şeyler söyleniyordu ama onların hiçbirini duymadım. Ayağa kalkıp yola yürüdüm ve gökyüzüne baktım. Gökyüzü masmaviydi. Bulutlar olduğu yerdeydi. Kesinlikle gördüklerimden bir parça bile yoktu. Eli omzumdaydı.

"Neler oluyor Elanore?"

"Bilmiyorum!" Ona bağırdım. Daha önce bağırdığımı hiç hatırlamıyordum. Kaşlarını çattı ve bana meraklı gözlerle baktı. Boynuna atladım ve sarıldım ona. Delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Gökyüzü değişmişti şimdiyse hiçbir şey olmamış gibi.

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?" Bana karşı her zaman sakindi. Başımın ağrısı geçmişti. Ona gülümsemeye çalıştım.

"Ben iyiyim, Bailey. Hadi gidelim." Bailey pek ikna olmasa da gülümsedi ve arabaya bindik. Gördüklerimi aklıma getirmek istemedim ama o büyük değişim aklımdan çıkacak gibi de değildi.


İNCİ'NİN GÖLGESİWhere stories live. Discover now