22. Bölüm: Kader Bağı

40 5 0
                                    



    ELANORE NERISSA    


   Karşımda dikilen kadın benim annemdi. Bu şekilde görmeye alışık olmadığım annem. Söylenenlerin doğru olmadığını düşünmüştüm ama buradaydı. Şaşkınlığımı gizleyemedim ve aklıma gelen her soruyu sormak istedim ancak o benden önce davranmıştı.

"Önce oturun sonra her şeyi anlatacağım."

   Yürürken düşündüğüm tek şey bana anlattıklarının da yalandan ibaret olmasıydı. Karışık olan hayatımda doğruları belirleyemeyecek kadar karışıktı kafam. Bu oyun olmalıydı. Hayatlarımızı normal yaşayamamamız üzerine kurulan bir oyun ve bu oyun içinde ailem diye saydığım herkes de vardı. Oturduktan sonra annem ellerini karnında birleştirmiş karşımızdaki tahtvari koltuğa oturmuştu.

"Paton, çekilebilirsin." Paton başını salladı ve arkasını dönüp bizi annemle baş başa bıraktı. Asil kraliçeydi kendisi ve ben onun annem olduğuna inanamıyordum.

"Yolculuğunuz nasıldı?"

   Söze atladım ve biraz memnuniyetsizliğimi göz önünde bulundurarak devam ettim.

"Neden buradasın?" Yüzü bir anlık soldu ve yeniden gülümsemeye çalıştı.

"Burası evim Elanore." Güldüm ve başımı iki yana salladım.

"Ciddi olamazsın. Burası ev diyemeyeceğim kadar büyük."

"Gerçeklerle tanışmadığın için böyle davranıyorsun..."

"Hayır, biliyorum yalnızca gerçek olmadığını düşünmüştüm." Oturduğu yerden kalktı ve yanıma yürüdü. Yüz hatları o kadar canlı görünüyordu ki. Sanki hiç yaşlanmamış gibi. Hücreleri kendini sürekli yeniliyor gibiydi. Teni olduğundan daha parlak görünüyordu. Saçlarına çok güzel şekil verilmişti. Küpeleriyle, elbisesiyle, her şeyiyle bir kraliçe gibiydi. Gerçek bir kraliçe. Lachesis, Kızıl Kraliçe.

"Burayı çok severdin." Kaşlarımı çattım ve tanıyamadığım anneme baktım. Sonra yüreğim burkuldu çünkü o Sophronia'nın annesiydi, benim değil. Kendi kendime mırıldadım.

"Ben sevmezdim..." Duyduğunu sanmıyordum. Belki de yıllarca yalnızca Sophronia oldum onun gözünde. Arleigh benim yerime devam etti.

"Buraya neden geldik?"

"Bugün burada olma sebebiniz Kader Bağı."

"Ne?" Konuşulanları duymuyordum bile. Kafam o kadar karışıktı ki arkamı dönüp gitmek istiyordum. Kimsenin beni durdurmasına izin vermemeyi ve kimsenin beni bulamayacağı bir yere gitmeyi istiyordum. Sahile yakın bir yerde ev kiralardım ve tek başıma yaşardım. Her sabah koşuya çıkardım, eski günlerdeki gibi. Bahçe yapardım kendime koştuktan sonra onlarla ilgilenir onları sulardım. Sonra bir duş ve biraz kestirme. Sonra kapı tıklar ve ben kapıyı açardım merakla. Sipariş ettiğim kitapların geldiğini görüp uykulu halimden silkinir kendimi yeni hikâyelerin içine atardım. Bailey arardı beş dakika sonra ve bana yeni aldığı kıyafetleri yaptırdığı saçı her detayıyla bana anlatırdı ve üzerine fotoğraflarını gönderirdi. Hem yatağının üzerinde hem de üzerinde. Araya sevgilisiyle çektiği fotoğrafı da karışırdı tabi. O sevdiğine değer verirdi. Artık Brad'le olmasına kızmıyordum. Belki de gerçekten seviyorlardır birbirlerini, yeter ki onlar mutlu olsun. Yeter ki Bailey mutlu olsun. Yeter ki hayatımda bir kez daha onu görebilme şansım olsun. Boğazımda birikmişti tüm bu hüzün, tüm gözyaşı. Belki de artık bir şekilde ona ulaşmaya çalışmalıydım. Kaç ay olmuştu? İki mi üç mü? Bunca süre bana ulaşmaya çalış mıdır o da benim gibi düşünmüş beni özlemiş midir? Üniversite için çoktan evden gitmiş bile olabilirdi. Stanford, en büyük hayalim artık gerçekti ama gerçek olmasının şu ana hiçbir önemi yoktu ki. Düşüncelerimden sıyrıldım ve konuşulanlara odaklanmaya çalıştım.

İNCİ'NİN GÖLGESİWhere stories live. Discover now