7. Bölüm(2.Kısım): Geçmişe Açılan Kapı

184 38 13
                                    

ARLEIGH OSWALD


Güneş battıktan bir saat kadar sonra bir yerde mola verip yemek yemiştik. Şimdiyse aradan iki saat geçmişti. Havanın serinliği sürüşü kolaylaştırıyordu. Elanore uyumuştu. Bir süre sonra sayıkladığını fark ettim. Arabayı bir kenara çekip onun yanına geçtim. Boncuk boncuk terlemişti ve yerinden kıpırdayamıyordu. Kesik kesik soluyordu, elimi kavrayıp sıkıca tutuşunu izledim ani şaşkınlıkla. Gözleri kapalıydı ama açmak için zorladığını görebiliyordum. Sonra bir fısıltı döküldü dudaklarının arasından. Beni çağırıyordu.

"Alnıma... dokun." Sıkıca tuttuğu diğer elimi bırakmadan sol elimi terden nemlenmiş alnına koydum. Başıma vuran keskin ağrının şiddetine kapıldım, zihnimin kontrolünü serbest bıraktım ve beni geçmişe götüren karanlığın arasından süzüldüm.

1664, Krallık, Louisiana

Şamdanların süslediği, boydan boya uzanan lezzetli yemeklerle dolu masada oturuyorduk. Detaylı tahta kapının önünde bekleyen hizmetkârlar ona yol açıyordu. Sophronia

Bu ismin tanıdık olduğunu biliyordum aklımın köşesinde, bir yerlerde ama bu onun rüyasıydı belki de sebebi buydu, emindim Sophronia'ydı o. Sophronia, parlak dalgalı saçlarını başında topuz yapmış ve beyaz tenini ortaya çıkaran uzun ve tül detaylı arkası kabarık kırmızı elbiseyi giymişti. Sağ gözünü örten siyah tülle prenseslere yaraşır güzellikte hazırlanmıştı. Ayağa ilk kalkan omuzlarına kadar uzanan saçıyla dikkat çeken genç bir adam olmuştu. Sophronia'nın koluna girip masaya kadar ona eşlik etti. Etrafıma bakmayı yeni akıl ettim. O sandalyelerden ikisinde biz oturuyorduk. Sol tarafımda bir kız oturuyordu ve karşımda da çok tanıdık biri, gözlerimi kıstığımda sandalye karardı ve oturan her kimse yok oldu. Gözlerimi kırpıştırdım ve Elanore'un yanında olduğumu fark ettim.

"O gerçek sen değilsin Arleigh, o geçmiş yani geçmişteki sen. Şuradaki de benim. Sophronia." Bu çok bilinçlice söylenmiş bir cümleydi. Rüyası onu kontrol ediyor olmalıydı.

"Buradan hemen gitmeliyiz Elanore, bizi görürlerse..." Eliyle dudaklarımı susturdu ve konuşmaya devam etti.

"Burada olmamızın bir sebebi var Arleigh birileri bilincimi açmaya çalışıyor ama kim olduğunu bilmiyorum yalnızca bunu senin de görmen gerekiyor. Unutma bu sadece bir rüya, onlar bizi göremez ve duyamaz. Yanlarında olsan bile." Elanore, masadaki boş iki sandalyeyi ikimize ayırdı ve onları dinlemek için oturduk. Geçmişimin yanında oturan kız kıkırdıyordu ve gözü sürekli Sophronia'nın gözlerindeydi.

Sophronia sandalyeye oturduktan sonra yanındaki genç adam kapının eşiğinde durdu ve yanında krallık mensubu biriyle masaya doğru ilerledi. Arkasında iki koruma vardı ve bu da onun kral olduğunu gösteriyordu. Masadaki herkes ayağı kalktı ve Sophronia kralın yanına yaklaşıp önünde eğildi.

"Kralım." Başıyla selam verdikten sonra kral yüzünü yerden kaldırdı ve onun elini öptü.

"Her geçen gün daha da güzelleşiyorsun, kızım." Elanore sandalyeden fırladı ve krala doğru yürüdü. Görünemediği ve duyulamadığını fırsat bilip kral ve yanındaki genç adamın ortasında durdu. İkisinin yüzüne de dikkatle baktı. O sırada genç adam, Sophronia'nın karşısındaki sandalyeye oturdu ve ona bir süre gülümsedi. Kral baştaki sandalyeye oturduğunda nasıl biri olduğunu yakından görebilmiştim. Kızının Sophronia kadar genç ve güzel bir prenses olmasına karşın o da o kadar genç ve diriydi. Saçları omuzlarında dalgalı ve koyu, siyah gibi bir renkti. Kahverengi gözleri ışık, güç saçıyordu etrafa. Bu İki krallıktaki Lord olmalıydı. Lord Troyes. Elanore yeniden yanımdaki boş masaya döndü. Ardından kapı yeniden açıldı ve bu sefer içeriye Sophronia kadar güzel ve ışıl ışıl bir kadın girdi. Elanore yüzündeki şaşkınlık ve bir parça hayal kırıklığını benden saklayamamış gibiydi.

İNCİ'NİN GÖLGESİWhere stories live. Discover now