12. Bölüm: Tera Dotte, Kehânet'in Sözcüsü

105 18 1
                                    



ARLEIGH OSWALD

İki Krallık'a geleli yalnızca bir hafta olmuştu ve ben o süreçte tahmin edemediğim kadar gerçeği öğrenmiştim. Üvey kardeş olduğumu öğrendiğimde şaşırmıştım. Lauren ve Davion benim üvey kardeşlerim ve ben de Kral Throne Theodore tarafından evlatlık edilen bir prenstim. Getsmund kasabasından gelen Krasimir. Hiç böyle tahmin etmezdim kendimi. Bir prens olmayı, Theodore ailesinin soyundan olmayan bir prens olmayı asla getiremezdim aklıma ve annemin geçmişini de öyle.

ζ

Bugüne kadar yıkılmamış, ayakta duran Theodore Krallığı gözlerimin önünde duruyordu ve içeriye girdiğimde karşımda kocaman ve dönerek yukarı çıkan taş merdivenlerle karşılaştım. Bu genişçe giriş bir saray için gerçekten de büyüleyiciydi. Zemin pırıl pırıl parlıyordu. Mermeri andıran zemin oda boyunca bir sonsuzluğa yayılıyordu sanki. Taş duvarlar bir mahzeni andırsa da krallığa ayrı bir hava katıyordu. Davion'ın bana seslenmesiyle silkelendim ve ona döndüm.

"Bilmediğin o kadar şey var ki kardeşim, hatırlamak isteyeceksin." Bana gülümsediğini görünce ben de gülümsedim ve hiç düşünmeden ağzımdan çıkan bir cümleyle kendimi kötü hissettim.

"Anneme ne oldu?" Aklımda bile değildi ama bir şey beni bunu sormaya yönlendirmişti. Davion'ın yüzündeki gerginlik fırtına grisi gözlerinden bile okunuyordu. Başını yeniden kaldırdığında bileğimi kavramış ve beni kara bir gölge eşliğinde yabancı diyarlara taşımıştı.

1660, Getsmund Kasabası, Pennjia Pazarı

Gölgeler yerini mumların aydınlattığı geniş bir odaya bıraktı. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken karşımda mumların çevrelediği bir kitap gördüm. Üzeri parlıyordu fakat bu mum ışığından kaynaklı bir şey değildi. Işık altın rengini birebir yansıtıyordu ve bir şekli çevreleyerek aydınlatıyordu. Kitaba yakından göz atmak için masanın önüne yürüdüm ve birden kendimi kitabın kapağına dokunurken buldum. Altın ışık parladı ve sonra gözden kayboldu. Tahta bir kapı gıcırdadı ve içeriye güneş ışığı girdiğini görünce masadan hızlı adımlarla uzaklaşıp arası boşluk olan bir kitaplığın arkasına saklandım. Birisi masaya doğru yürüyordu. Beni görmemesi için biraz daha karanlık tarafa kaydım ve yalnızca sesini duymakla yetinemeyerek mumların loş bir ortam yarattığı tarafa kayıp dikkatlice onu izlemeye başladım.

Orta boylu bir kadın masaya yaklaşırken saçlarının örgülü bir topuzla sabitlendiğini fark ettim. Üzerindeki elbisesi sıradan bir kasabalıyı andırıyordu fakat ses tonuysa tamamıyla annemi. "Aleria, Accendit extinctam!" Yunanca dışında farklı bir dille konuşuyordu fakat bana yabancı gelmeyen bir dille. Bir an düşünüp durduğumda anlamıştım ne dediğini.

'Işık sönmüş'

Annem olduğu yerde kitaba dokunup bir şeyler mırıldanırken yanımdaki kitaplıktan gelen sesle irkildim ve kendimi ortada buldum. Annem beni görebilirdi ve gizli bir kitaplığın arkasından ortaya çıkan kız da. Gözleri üzerimdeydi. Beni baştan aşağı süzüyorlar ve tek kelime bile etmiyorlardı. Gelecekten gelen biri gibi miydim onların gözünde? Bana o kadar yabancı bakıyorlardı ki o an gerçekten beni görebildiklerini düşündüm. Annem konuşana kadar.

"Beatrix, neredesin? Sana kitabın başında olmanı söyledim. Neden ortadan kayboldun?" Beatrix mumların aydınlattığı alana yürüdüğünde onu inceleme fırsatı buldum.

Koyu renk gözleri, beyaz teni ve kumral renkteki düz saçlarıyla bir soylu kadar güzel görünüyordu. Anneme göre çok güzel giyiniyor ve genç duruyordu. Beatrix annemin etrafında çocuk gibi bir tur döndükten sonra elbisesinin kabarık eteklerini tuttu ve bir referans sergiledi. Annemin gülümsemesi gözlerimden kaçmadı.

İNCİ'NİN GÖLGESİWhere stories live. Discover now