8. Bölüm: Basilisk Madalyonu

180 32 3
                                    



ELANORE NERISSA

Arleigh'e iltifat etmek mi? Hem de o bana hiçbir şey söylememişken. Kendimi şu an gerçekten de ezilmiş hissediyordum. Bana gülmüştü keşke o an yerin dibine girseydim diye dua ettim ama zamanı geriye alamıyordum. Bir kız olarak kendimi ona yanlış tanıtmış oldum. Benim hakkımda yanlış şeyler düşünecekti.

Hemen bunu düzeltmeliydim çok hızlı davrandım ve böyle olacağını düşünemeden konuştum. Neyse ki ne yaptığımı görmemesi için kapıyı kilitlemiştim en azından utandığımı anlamıştır diye düşündüm. İçeri de bilinçsizce volta atıyordum ve bu iyiye işaret değildi. Bir yandan kendimi suçlu hissediyordum diğer yandan da söylediğim için kendimle gurur duyuyordum. Bu nasıl bir ikilemdi ama onu tanımaya başladıktan sonra çok şey değişti. Ben kimseye uyum sağlayamazdım okuldaki gibi ne kızlarla ne erkeklerle. Bu saçma düşüncelerime son verip toparlanma seçeneğini yeniden gözden geçirdim.

Artık içeri dönmeliydim eğer daha fazla bu küçük hücrede daha fazla kalırsam kapıyı zorla açabilirdi. Sonuçta burası banyoydu ve odada doğal olarak bir başka banyo yoktu. Yüzüme hızlıca su çarptım ve saçlarımı ellerimle tarayarak sağ omzumun üzerine bıraktım. Aynaya yeniden baktım ve kapının önünde sanki biri beni zincirle bağlamış gibi bir süre bekledim. Neyse ki konsantremi toplayabilmiştim.

Kilidi yavaşça çevirdim ve kapıyı açmadan ondan nasıl özür dileyeceğimi kabaca kafamda tasarladım ve ardından kapıyı yavaşça açtım. Karşımda 'üzerini değiştiren Arleigh'e denk geldim. Beni fark etmemişti ama ben onun tam olarak ne yaptığını açık ve net bir biçimde görüyordum. 'Yağmurdan kaçarken doluya tutuldum' deyimi bulunduğum duruma tam tamına uyuyordu.

İlk önce kapıyı geri kapatmayı düşündüm ama sonra bilincim bunun yanlış bir şey olmadığını iletti. Kapıyı gıcırdamadan yavaşça kapatmaya çalışırken gözüm kol kaslarına ve yataktan fanilasını almak için eğilirken kasılan karın kaslarına takıldı. Bu daha önce karşılaşmadığım bir durumdu ve ne yapacağımı bilemedim. Kanımın tüm bedenimi ısıttığını ve kalbimin hızlanan ritimlerini kulaklarımda duyabiliyordum. Kapı esen rüzgarla kapandığında onun irkilip bana döndüğünü yeni fark ettim. Fanilasını yatağa geri bıraktı ve biraz bana yaklaştı. O adım atabiliyorsa ben de atabilirim düşüncesiyle ona ilerledim ama ikinci bir hatanın eşiğinde buldum kendimi.

Teninin sıcaklığı yüzüme vuruyordu sanki ve vücudunun beni daha da kendine çeken kokusu bana bir şeyler hatırlatmıştı zihnimin derinliklerinde. O anı olduğu gibi bırakarak geçmişin izlerini sürmek üzere kısa bir yolculuğa çıkmıştım bile.

1661, Louisiana, Palm Parkı

Bir bahar sabahıydı. Yeşil ağaçların süslediği çamların kokusunu yolumuza serdiği koruda çıplak ayakla yürüyordum. Yumuşak toprağa tüm negatif enerjimi vermek beni daha çok gülümsetiyordu ama gök mavisi elbisemin yerde sürünmesini engellemek için elimle elbisenin eteklerini kavramıştım ve diğer elimle de aynı tonlardaki çarıklarımı tutuyordum ve bu ellerimin biraz dinlenmesi gerektiğini işaret ediyordu. Neredeyse yarım saattir yürüyordum ve ayaklarım her on adımda bir beni uyaran işaretler gönderiyordu.

Açık alanı bulduktan sonra toprağı renklendiren çimenlerin üzerine bıraktım kendimi. Çarıklarımı ayağıma geçirmiştim ve elbisemi tutma derdim yoktu. Gökyüzünü izlemek az önce yaptıklarım kadar keyifliydi. Gökyüzü bugün daha güzel görünüyordu ve bulutlardan da daha yaratıcı şekiller çıkarıyordum. Saçlarımı dün annem örmüştü ve sabah da dalgalarımı kendi elleriyle şekillendirmişti. Annem saçlarımı hep çok sevdi. Saçlarım o kadar parlakmış ve o kadar yumuşakmış ki onun gözünde, hep öyle bir saçı olmasını istemiş ama olmadığını görünce çok üzülmüş fakat ben doğduktan sonra ve büyüdüğüm her sene bazı şeyler için erkenden üzülüp ya da sevinmenin doğru olmadığını yeniden söyleyip durmuş kendine. Bana anlattıklarının beni mutlu etmeye çalışmak için uydurduğu zırvalıklar olduğunu elbette biliyordum. Onun saçları benimkinden bile daha parlak ve güzeldi.

İNCİ'NİN GÖLGESİWhere stories live. Discover now