31. bölüm

999 105 40
                                    

bu olaydan sonra Amanda muhtemelen yaşıyor olmayacaktı.



1 hafta… tam 1 hafta. 1 haftadır Elizabeth kalbi atmadan, nefes almadan uyuyordu. Adının chris olduğunu öğrendiğim adam onu Kaliforniya’ya götürmüştü. Ben de onlarla gitmeliydim ve öylede yaptım. Paris’te ki hayatımın en ufak bir önemi kalmamıştı.

Aslında en kötüsü de chris’in bizi Ardenya tapınağına götürmesi olmuştu. Burası bizim asıl evimizdi. Ailemizin olduğu yerdi. Ama 18 yaşımıza girince gelicektik buraya. Umrumda değildi.

Gerçek annem ve babamla tanışmıştım ama çekiniyordum. 17 yıldır görmediğin birine nasıl hemen sarılabilirim ki?

Olayla ilgili bildiklerimin anlattığımda kelimenin tam anlamıyla öfkeden deliye dönmüşlerdi. Felix –yani babam- chris’e destekli bir yumruk atmıştı.

Çenesinin çatladığına yemin edebilirim.  Daha sonra da “bir kıza sahip çıkamadın şerefsiz!” diye bağırmıştı.

Bunun dışında  1 hafta boyunca anormal olan tek şey Victor –yani bizi 50 asır boyunca taşa çeviren piç- bana öldürücü bakışlar atıyordu.

Bu tapınağa gelen kimse yok muydu? Diğer genç orlinler nerde? 1 haftadır kimse gelmemişti sanırım kimsenin Elizabeth’in bu durumundan haberi yoktu. Amanda’nın kökenliğinin son dakikalarını Elizabeth’i lanetlemek için kullandığına inanamıyorum. Madem bunu yapabiliyordu da niye ölmek üzere olan askeri iyileştirmedi? Ah aptal…

Elizabeth olsa tüm bu şeylere katlanmak daha kolay olurdu. Ona çok alışmıştım ve o şuan beni yalnız bırakıyordu.

1 haftadır gözümü bile kırpmamıştım. Uykusuzluktan başım dönüyordu artık. Elizabeth’in odasında oturuyordum. Odanın kapısı tıklatıldıktan sonra içeriye Hilda –yani annem- girdi. Yetişkin orlinler 25 yaşında gibi görünüyordu. Anne ve babamız bizim yanımızda abimiz ablamız gibi kalıyordu.

Tamam hala onlara anne ve baba demekte zorlanıyordum. Burukça gülümseyerek yanıma geldi.

“şey… ben şey için geldim, ne içindi? Hah şey bir şifacı geldi. Elizabeth’ e bakıcak. Sen müsait misin diye bakayım dedim” dedi çekinerek.

Onlarda bizim etraflarında olmamıza alışmamıştı ve sanırım ‘nasıl bizi bırakırsınız!’ klişesini yapacağımızı sanıyorlardı. Ben yapmamıştım ama Elizabeth yapar mıydı bilmiyorum.

“tamam, ama işe yaracak mı?” dedim umutla.

“umarım…” dedi odadan çıkacağı sırada.

Odadan çıktıktan sonra titrek bir nefes verdim. Ya işe yaramazsa? Sonsuza kadar bu köken laneti yüzünden uyuyacak mıydı?

Odanın kapısı tekrar açıldı ve içeri bir kadın girdi. Gri saçları beline kadar olmasına rağmen saçlarını örmüştü ve sağ omzuna bırakmıştı. Mavi gözleri önce Elizabeth’i sonra beni buldu. Gülümseyip başıyla selamladığında bende karşılık verdim.

Elizabeth’i yanına oturdu ve benim anlayamadığım şeyler fısıldadı. Elini saçlarına götürdü ve saçından bir tel kopardı. Ben ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Anlayamayınca bakışlarımı odanın diğer taraflarına çevirdim.

Odaya büyüyle ses yalıtımı yapılmıştı ve bu tüm odalarda vardı. orlinlerin herşeyi iyi duyduğunu düşünürsek bu gerçekten gerekliydi. Fesat anlamaya gerek yok tabii ki saçmalamayın.

Kadın odadan bana hiç birşey söylemeden çıktığında kaşlarımı çattım. Beni hiç takmadan gitmişti ya. Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda kapı açıldı neredeyse kapıya çarpıyordum. Elizabeth osa çok gülerdi. Üzdü:(

Annem yanında şifacı ve kim olduğunu bilmediğim siyah saçlı bir kızla gelmişti. Şifacı kadına ters bakışlar yollayarak bakışlarımı kıza çevirdim. Siyah dalgalı saçları ve su yeşili gözleri vardı. su yeşili göz mü olurmuş?

“neler oluyor?” dedim tek kaşımı kaldırarak.

“şimdi öğrenicez” dedi annem Elizabeth’in yanına ilerlerken.

Merakla kıza bakıyordum. Bu kız kimdi ve neden burdaydı? Cevapsız sorularım birazdan cevaplanacak gibiydi.

“anlat” dedi annem şifacı kadına otoriter bir sesle.

“uyuyan güzel masalını bilir misiniz?” dedi kadın.

Dalga mı geçiyordu?

“tabii ki, biliyoruz. Pamuk prenses suya düşüyor ve sonsuz bir uykuya dalıyor, pamuk prenses 1 yıl uyuyor sonrada yedi cücelerden biri pamuk prensesi öperek uyandırıyor” dediğimde hepsi bana tuhaf bir ifadeyle bakıyordu.

Ne var? Yanlış bir şey mi söyledim? Doğrusu bu şekilde değil mi? Kız kahkaha atmaya başlayınca kaşlarımı çattım.

“sen hiç kitap okumadın mı?” dedi kız.

“okudum ama komik olan ne?!” dedim öfkeyle.

Komik bir şey söylediğimi hatırlamıyorum!

“pekala, doğrusunu anlatır mısın bayan çok bilmiş?” dedim.

“anlatırım, uyuyan güzel’in eline büyülü bir iğne batar ve sonsuz bir uykuya dalar senin söylediğin gibi 1 yıl değil 100 yıl uyur. günün birinde beyaz atlı prens –ki senin dediğin gibi bir cüce değil- saraya gelir ve uyuyan güzeli öper ve uyuyan güzel uyanır. Mutlu son” dedi kız bilmişce.

“bende öyle dedim zaten” dedim göz devirerek.

“kavgayı keser misiniz artık?!” dedi annem uyarıcı tonda.

“tamam, ama uyuyan güzelin Elizabeth’le ne ilgisi var?” dedim.

“bu bir tür uyuyan güzel masalı… Elizabeth’in sevdiği yada ileride seveceği biri onu öperse uyanacak.” Dedi şifacı kadın.

“bu bir masal değil, Elizabeth’i de kimse öpmeyecek. Başka bir yolu yok mu bu işin? Kardeşimin birini öpmesi gerektiğini söylediğinizin farkında mısınız?!” dedim.

Ne kadar modern bir aile de yetişsem de şuan istedikleri imkansızdı. Koruma iç güdüm vardı kardeşime karşı. Buna izin vermezdim.

“başka yol yok” dedi kadın.

“olmaz!” dedim.

“sanane be? Biz burda en yakın arkadaşımı kurtarmaya çalışırken niye engel oluyorsun? Sen kimsin ki?” dedi kız.

“ben onun ikiziyim!” dedim öfkeyle.

“tamam, bu geçerli bir sebep” dedi kız koltuğa oturarak.

“diana, saçmalama. Seni buraya bize yardım etmen için çağırdım!” dedi annem.

Sabrı tükenmiş olmalıydı. Kızın adının diana olduğunu öğrenmiştim. Ayrıca Elizabeth’in en yakın arkadaşı olduğunu öğrenmiştim.

“bunu tek başıma yapmam, diğerlerine haber vermeliyim” dedi diana.

“Elizabeth birini seviyor muydu?” dedi annem diana’nın son söylediğini umursamayarak.

“evet inkar ediyor ama bence sevmekten de öte ona aşık olmuş” diye cevap verirken gülümsüyordu.

Bu kız benim sinir sistemimi alt üst ediyordu. Birde bana gülümsüyor. Bilerek yapıyordu. Kız olmasa söyleyecek çok şeyim var ama neyse.

“kim?” dedim merakla.

Sanki söylese tanıyacaktım.

“tam adını bilmiyorum ama Arion olduğunu biliyorum, sanırım tanımıyorum” dedi diana.

“Daniel mi? Ah tabii ki Daniel. Diana daniel’i çağır hemen. Felix duymadan halledelim” dedi annem.

“ben yokum bu işte” dedim odadan çıkarken.

“uyuz” dedi diana arkamdan.

“aptal” dedim mırıldanarak.

“sensin aptal gerizekalı. Hemen de üstüne alınıyor” dedi arkamdan.

“ya he he” dedim geçiştirerek.

Umarım bu kızı bir daha görmem!

“Dylan… eğer istemezsen bu olmaz. Başka bir yol mutlaka vardır” dedi annem.

İstediğimin olmasının verdiği mutlulukla en içten gülümsememi yolladım.

“başka yol yok” dedi şifacı kadın.

“kes sesini!” dedi annem. Belki de o başka bir ol bulmuştu.

Tapınaktan çıktım ve kurda dönüşerek ormana girdim. Biraz dolaştıktan sonra geri dönecektim.



Birçok kişiyle tanışmıştım, Kaliforniya’nın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Tapınağa girdiğimde genç orlinlerin burda olduğunu gördüm. Hemde hepsi…

Ortalığın karıştığının farkına yeni varmıştım. Ne oluyordu? Diana Elizabeth’in odasından çıktı.

“James sakin ol artık!” dedi sakince.

“ne sakini lan sakini!” dedi James olduğunu öğrendiğim çocuk.

“bir kıza ‘lan’ demek ne kadar kibarca(!)” dedim alayla.

Tabii ki o aptalı korumuyordum. Başka kız olsa yine aynısını yapardım ben duyarlı bir vatandaşım saçmalamayın!

“sanane ister derim ister demem sana mı sorucam?!” dedi ban doğru gelerek.

“JAMES!” onu durduran kükremenin sahibine döndüm.

Bu bizi taşa dönüştüren şerefsiz değil mi? Neydi adı… Victor! James’te sanırım onun oğluydu. Şaşırmadım!

Elizabeth’in odasının kapısı açıldığında oraya baktım. Bir çocuk çıkıyordu. Hayır, hayır düşündüğüm şey olmasın!

“uyandı” dediğinde kan beynime sıçardı.

SAHTE MELEZजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें