1♣Ömer (Sansar)

139K 3.3K 796
                                    

"Önüne baksana!"

"Affedersin."

Takım elbiseli adam sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ederken ben de hızlı adımlarla alt geçidin köşesinden döndüğüm gibi üzerimdeki yeşil hırkanın kapşonunu başıma geçirip koşmaya başladım.

Suç işlemenin üç kuralı vardı; hızlı olmak, olay yerinden olabildiğince çabuk ayrılmak ve asla pişman olmamak. Sanırım bu yüzden çok iyi bir hırsızdım. Üç konuda da benden daha iyisi yoktu.

Alt geçitten çıktığımda yağmurun yağdığını fark ettim. Yağan yağmur muydu, yoksa huzur mu bilmem ama bu hayatta sevdiğim tek şey yağmur, sevdiğim tek kişi de annemdi. Annem mi? O kırk beş yaşında olmasına rağmen bakışları altmışları andıran, hüzünlü yüzünü benden gizlemek için sahte gülümsemesini takınan, içi iyilikle dolu olmasına rağmen çevresi kötülüğün vücut bulmuş haliyle çevrili olan bir kadındı. Herkesin bir imtihanı vardı, onunkisi de babam olmalıydı ki ondan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemişti.

Sıra sıra dizilmiş dükkanlardan birinin önünde yağmurun dinmesini beklerken yağmurun daha da hızlandığını fark ettim. Birkaç adım ileride Bizim Mekan yazan cafeye doğru ilerledim. İçeride sıcak bir çay içip ısınabileceğimi umuyordum. Henüz yirmi yaşında olmama rağmen en güzel içeceğin çay olduğuna karar verebilecek kadar tecrübe yaşamıştım.

Odamın duvarlarını kaplayan yıllar önceden kalma Düşünce Mahkumları hakkında yazılmış yazılar, tezler ve raporları incelerken içilebilecek en güzel şey çaydı. Çayın sıcaklığı sadece beni değil, asla durmayan düşüncelerimi de ısıtıyordu.

İçerisi çok kalabalıktı ve gereksiz bir uğultu vardı. Evet, insanların uğultusuydu bunlar. Çünkü onlar eşref-i mahlukat olmalarına rağmen gereksiz konuşan insanlardı; alışveriş, siyaset, moda. Onca düşünülecek şey arasından bunları mı bulabilmişlerdi?

Bir masaya oturup bakışlarımı cama çevirdim ve yağan yağmuru seyretmeye başladım. Ölümdü düşünülmesi gereken ilk şey bana göre. İnsan, ölebileceğini kestirebiliyordu bence önceden. Belki günler, belki saniyeler önce. Ama biliyordu işte.

Ölümle o kadar çok burun buruna gelmiştim ki ölümün ö'sünü bile duymak istemiyordum ama ne hikmet ki adım Ömer'di. Adımı pek sık kullanmama rağmen adımın ''ö'' ile başlamasından pek de hoşnut sayılmazdım. Sansar derlerdi bana bu yüzden.

"Ne alırsınız?" Masamın kenarında durmuş, beni seyreden kızı henüz yeni fark ediyordum. Turuncu saçları ve yüzündeki çilleriyle karşımdaki kız, elindeki kalemi defterine yaklaştırmış siparişimi bekliyordu.

"Çay," dedim. Kız not alıp yanımdan uzaklaştığında cebimdeki takım elbiseli adama ait saat ve cüzdanı çıkardım. Saat markaydı, cüzdanın içindede nakit para vardı. Anlaşılan iyi iş çıkarmıştım bugün.

"Buyrun."

Tekrar duyduğum sesle başımı kaldırdığımda Havuç Kafa garsonun siparişimi getirdiğini fark ettim. Masadaki çayı kendime doğru çekerken kız hala başımda dikiliyordu ve yeşil gözleri elimde tuttuğum saat ve cüzdana odaklanmıştı. Hızla elimdekileri cebime atarak kıza sırıttım. "Otur istersen güzelim. Sana da bir şeyler ısmarlayayım."

"Ne diyorsun sen be!" Kız öfkeyle bana bakıyordu.

"Ne bileyim dikildin de öyle oturmak istiyorsun sandım. "

Kız kaşlarını çattı. Bir şey söylemek için ağzını açtığı sırada patronu olduğunu tahmin ettiğim adam kıza uyaran bir bakış attı. Kız hiçbir şey söylemeden gitmek zorunda kaldığında çarpık bir şekilde sırıttım.

Düşünce MahkumlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin