2-Omuzlarımdaki Yük

7.4K 556 154
                                    

Flashback

17 Aralık 2009

Küçük çocuk, hiç olmadığı kadar mutluydu. Babasının onu çalıştırması sonucunda okulun futbol takımına girebilmişti. Kahramanı sayesinde, belki de büyüyünce dünyanın en iyi futbol oyuncusu olacaktı.

Son ders zili nihayet çaldığında, montunu üzerine geçirip dersin sonuna doğru hazırladığı çantasını hızla sırtına taktı ve sınıfın kapısına doğru koşturmaya başladı. Okul kapısından da dışarı çıktığında hala koşuyordu. Hızlı olmalıydı, kahramanına gidecekti. Başardığını söyleyecekti.

"Mete, dursana ya." arkasından nefes nefese tanıdık bir ses geldiğinde duraksayıp sesin geldiği yöne doğru kafasını çevirdi.

En yakın arkadaşı Kaan arkasından bir miktar koşturmuş olmalıydı.

"Oğlum ya, bir saattir arkandan koşuyorum. Hani mahalle maçı yapacaktık çıkışta. Nereye gidiyorsun?"

"Maçı bensiz yapın. Babama gidiyorum, futbol takımına girdiğimi söylemem lazım." lafını bitirir bitirmez koşmaya devam etti.

Mete'nin babası büyük bir holdingin sahibiydi. Çakır Holding. Babasının iş yeri okula yakın olduğu için koşarak çabucak gidebilirdi. Mete içindeki durmak bilmeyen heyecanın etkisiyle daha da hızlandı. Beş dakika daha koştuktan sonra holdinge varmıştı. Kapıdan girdiğinde nefes nefeseydi. Babasının asistanına eliyle selam verip merdivenleri küçük bacaklarıyla ikili ikili çıkmaya başladı. Merdiven boyunca duvar hiçbir zaman anlam veremediği renkli tablolarla doluydu. Merdiveni tamamladığında uzun koridorun en sonundaki odaya doğru koşar adımlarla yürüdü. Kapının yanındaki hesap makinesine benzeyen şifre alanına şifreyi girmesi gerekiyordu. Babası şifreyi girerken birkaç kez görmüştü. Aklını biraz yokladıktan sonra şifreyi hatırladı ve minik parmaklarını sayılara götürdü.

Mete, kapıyı açtığında hayatında daha önce hiç görmediği bir manzarayla karşı karşıya kaldı. Gördüğü şeye ne kadar anlam vermeye çalışsa da 10 yaşındaydı ve henüz buna anlam verecek kapasitede değildi. Babası, bir adamı öpüyordu. Hem de dudağından, annesini öptüğü gibi. Üstelik gömleği üzerinde değildi. Kapının açıldığını bile fark etmeyecek kadar kendinden geçmişti. Küçük çocuk, annesinin bunu öğrenince ne kadar çok üzüleceğini düşündü. İçinde bir şeylerin parçalandığını hissederken gözünden birkaç damla yaş yanağına doğru yolculuğa çıktı. Kahramanı dediği adam, annesini aldatıyordu ve bunu bir adamla yapıyordu. Artık kahramanı falan değildi. Annesini üzmemek için hiç görmemiş gibi yapacaktı. Ama babasını bir daha asla ama asla affetmeyecekti. Kapıyı ses çıkarmadan kapattı ve göz yaşlarını sildi. Artık omzunda boyunu aşan bir yük vardı. Ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Derin ve kasvetli düşüncelerine daldı ve holdingi hızla terk etti.

**

Uzay, Mete'nin söylediği şeye anlam veremediği ve gereksiz sorularla kurcalamak istemediği için susmuştu. Zaten en iyi yaptığı şey de buydu, susmak.

Mete geçmişiyle boğuşurken, Uzay onu izliyordu. Mete'nin bakışları uçsuz bucaksızdı. Bu konu neden onu bu kadar geriyordu ve babasıyla ne alakası vardı bilmiyordu ama acı çektiğini görebiliyordu. Her ne kadar hislerini maskesinin ardına itmeye çalışsa da gözlerindeki acı çok netti.

Aralarındaki sessizlik yaklaşık yarım saattir sürüyordu. Mete kafasını biraz toplamıştı ve Uzay'ı sıktığını düşündüğü için Uzay'ın omzuna hafif bir yumruk attı.

"Aman be oğlum, ben sevmem böyle durgunluğu." dedi ve sırıtmaya başladı. "Sen de gülsene."

Uzay'ın gözleri Mete'nin gülüşünde takılı kalmıştı. Bir anlık da olsa Uzay'ın yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Ve bu ufak tebessüm bile gülüşünün güzelliğini gözler önüne seriyordu.

"Pek güldüğün söylenemez ama bu seferlik bunu kabul ediyorum." dedi ve devam etti Mete. "Bir dahakine dişlerin gözükecek şekilde gülmediğin sürece kabul etmem haberin olsun."

Uzay, her zamanki gibi cevap vermemeyi seçmişti. Birkaç saniyelik duraksamadan sonra, artık eve gitmek istediği için lafa atıldı.

"Eve gitmem lazım."

Mete onu kafasıyla onayladı ve Uzay ile aynı anda ayağa kalktılar. Pantolonlarını elleriyle silkeledikten sonra Mete "Telefon numaranı versene. Arada haberleşiriz." dedi.

Uzay cebinden çıkardığı siyah kılıflı telefonu Mete'ye uzattı. Mete, Uzay'ın telefonundan kendini çaldırdı ve telefonu geri verdi.

Mete, yüzünde aptal bir gülümsemeyle geri geri giderek Uzay'a elini salladı. Uzay, karşısındaki adamın gözlerine bakmakla yetindi ve aynı anda arkalarını dönüp yürümeye başladılar. Uzay'ın yüzüne, Mete'nin gülümsemesinden daha aptal bir gülümseme yayıldı.

Ve bu sefer gülerken dişleri görünüyordu.

homophobiaWhere stories live. Discover now