• Yirmi İkinci Bölüm •

27.1K 1.4K 285
                                    

     Lina

  Özgürleştiğimiz kadar varız bence. Bir yanımız hep tutsak birine, ya da birilerine. Kim bilir? Belki de birilerinin elinde... Bizi özgürleştirendir asıl ait olduğumuz yer. Gözlerinizi kapatıp bir anlığına gerçek kişiliğinize odaklanın. Eğer onu bulamıyorsanız ya da şu an olduğunuz kişiden memnun değilseniz, bence ait olduğunuz yerde değilsiniz demektir. Kendiniz olabildiğiniz bir yer bulun. Gerçek karakterinizden ne kadar kaçarsanız, o kadar mutsuz olursunuz. Bazen zordur vazgeçmek, alıştığınız düzenden. Ne insanlar tanıyorum, sırf hayatlarında değişim istemedikleri için saçma bir düzene ayak uyduran... Olmayalım onlardan. Onların sonu hep hüsran. Onların sonu, hep mutsuzluk, ötekileşmek...

  Ben öyle biriydim. Annem ve babam ne isterse onu yaptım yıllarca. Ufak tefek baş kaldırmalarıma müsamaha gösterip kendimi suçlu hissetmeme ve en nihayetinde gönüllerini almak için istediklerini yapmamı sağladılar. Anne ve baba değil de, diktatördüler sanki. Geç anladım.

  Bakışlarımı karşı koltukta oturmakta olan kız kardeşim Hüma'ya çevirdim. Epey geç kalmıştık gerçekleri görmekte. Bu bizi ciddi anlamda üzüyordu. Ailemize fazlasıyla düşkündük ama bu bizi onlardan uzaklaştırmaya engel olmamıştı.

  Hüma kolyesinin ucundaki misketi avucunda tutmaya devam ederek, "Bence birinin ismi Hüma olmalı," dedi. "Zaten bir tane daha olacak. Ona istediğiniz ismi koyarsınız."

  Gülerek ayağa kalktım ve yanına oturdum. "Gelinine söylersin, torununa senin adını verir."

  "İstemem ben öyle şey. Yok, kalsın."

  "O kolyeyi hala taktığına inanamıyorum Hüma."

  Kolyesini bırakıp saçındaki lastik tokayı çekiştirip saçlarını serbest bıraktı. "Benim için çok kıymetli, elbette takacağım."

  "O seni çoktan unutmuştur bence."

  Saçını tekrar topladığı sırada, "Beni unutmayan mı var, duble anne adayı?" diye sordu. Sesinde muzip bir tını vardı. "Sana son sevgilimin beni hangi bahaneyle terk ettiğini anlatmamı ister misin?"

  "Bunu neden isteyeyim?"

  "Yeşillik olsun. Hadi söyle. Meraktan çatladığını söyle!"

  Kıkırdayarak, "Meraktan çatlıyorum!" dedim.

  "Pekala, anlatıyorum. Söylediğine göre ben çok güzelmişim ve beni güzelliğim için mi yoksa kişiliğim için mi istediğine karar veremediğinden, bunun bana bir haksızlık olduğunu, istemeden beni kandırdığını söyledi. Dahası, aşağılık kompleksine girip beni aldatabilirmiş de."

  Yüzümü buruşturdum. "Muazzam bir yalan. Sen ne dedin peki?"

  "Ne diyeceğim? Sen benim ela gözlerime kurban ol g*t lalesi dedim. Parmağımı masanın üzerindeki wasabi sosuna bandırıp adeta gözüne soktum. Enteresan bir sahneydi doğrusu. Neye uğradığını şaşırdı. Bundan sonra beni terk etme olasılığı olan her erkeği, yani hayatıma giren her erkeği uzak doğu mutfağına yer açan restoranlara götüreceğim. Wasabi sosu benim en sadık dostum olacak. Biber gazına elveda! Üstelik Wasabi sosu eminim ki yasaldır."

  "Wasabi sosunun göz parmaklamak için yasal olacağını pek sanmam."

  "Kim bilecek? Adam polise şikayet etse, ben de parmağıma sos bulaştığını fark etmemişim, şakalaşırken parmağım gözüne girdi derim. Bitti gitti işte."

  Gülmekten karnım ağrımıştı.

  Pars, salona girdiği sırada, "Bu ne neşe?" diye sordu. Seyirlik kocam her geçen gün daha muazzam bir görünüşe kavuşuyordu.

Tatlı EsaretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin