• Yirmi Dördüncü Bölüm •

20.9K 1.2K 127
                                    

     Alev 

    Birkaç ay sonra...

  "Senin burada ne işin var?"

  Güney çekingen bakışlarla, "Seni görmem gerekiyordu," dedi.

  Hastane koridorunda sağıma soluma bakıp tekrar bakışlarımı Güney'e çevirdim. "Git buradan. Bana artık hiçbir şey yaptıramazsın."

  "Bir şey yaptırmak istemiyorum Alev. Ben... Ben bugün randevun olduğunu öğrendim ve ilk uçağa atlayıp buraya geldim. Lütfen bebeği görmeme izin ver."

  "Önce kendine bir sor, bunu hak ediyor muyum diye."

  "Hak etmiyorum," dedi bitkin bir sesle. "Yine de senden bunu istetecek kadar yüzsüzüm."

  Arkamdaki odanın kapısı açıldı. "Alev Hanım?"

  Omuzumun üzerinden geriye doğru bakıp, "Geliyorum," dedim. Bakışlarımı Güney'e çevirdim. "Git buradan Güney."

  Geriye doğru dönüp odaya girdiğimde, çok geçmeden Güney de bana katılmıştı. Doktorun önünde bir rezillik çıkması diye sesimi çıkarmıyordum.

  "Siz kimsiniz?" diye sordu doktor, Güney'e bakarak.

  "Bebeğin babasıyım."

  Yan gözle sözlerin sahibine, Güney'e baktım. Yeni gelmişti anlaşılan aklına, karnımdaki bebeğin babası olduğu.

  Muayene sırasında ikimiz de sessizliğimizi koruduk. Monitördeki küçük bedene hayranlıkla bakıyordu Güney. Neden bu kadar geç kalmıştı kabullenmek için? Ne anlamı vardı ki artık?

  Bebeğimin gayet sağlıklı olduğunu ve cinsiyetini hala göstermediğini öğrendikten sonra, doktorla vedalaşıp odadan çıktım. Hastane koridorunda yürürken, Güney bir gölge gibi beni takip ediyordu. Bir anda geriye doğru döndüğümde, onunla burum buruna geldim. Bir adım geriye gidip aramıza mesafe koydum. Bana yaptığı onca şeyden sonra ona karşı hala derin duygular besliyordum. Bu lanet olası şey ömrüm boyunca beni bırakmayacaktı, biliyordum. Keşke sevdiğim kişi o olmasaydı. Keşke yüreğim başka birini seçseydi.

  "Bir kahve içmek için vaktin var mı?"

  "Kahve içersek peşimi bırakacak mısın?" diye sordum.

  "Deneyeceğim."

  "Pekala öyleyse."

~~~

  Güney, masanın üzerinden uzanarak elimi tutup, "Alev bana bir şans ver," dedi, kısık bir ses tonuyla. "Yalvarırım bir şans ver. İnan çok pişmanım. Sana değer verdiğimi biliyorsun. Ama her şey değişti zamanla. Araya hırsım girdi. Biliyorum, seni her şeyden üstün tutmalıydım, yapamadım. Affet beni."

  Elimi yavaşça geriye çektim ve fincanımı avuçlarıma aldım. Kahvemden bir yudum alıp fincanı masaya geri bıraktım. Düşüncelerimi toparlamak istiyor ancak başaramıyordum.

  "Alev bazı adamlar sevmeyi bilmezler. Bazı adanlar, severken de incitebilirler. Affet beni, lütfen. Hatalar yaptım. Babamın baskıları, gururumu inciten konuşmaları beni yanlış yola sevk etti. Kaç kişinin hayatını mahvettiğimi fark edemedim. Seninle mutluyduk. Kıymetini bilemedim. Çok üzgünüm. Bir kez daha deneyelim, yalvarırım."

  Bir süre Güney'le geçen güzel günlerimizi düşündüm. Sonra her şeyi ne kadar eksik yaşadığımızı... Beni herkesten saklardı. Kimsenin ilişkimizi bilmesine izin vermezdi.

  Buruk bir tebessümle, "Biz hiç uçurtma uçuramadık seninle," dedim. "Çoğu şeyi eksik yaşadık, çoğu şeyi de yaşayamadık. Hiç mektup vermedik birbirimize mesela. Biliyorum, klişe. Ama bazen güzeldir klişeler. Biz el ele İstiklal'de de gezmedik hiç. Genelde elimi kimsenin olmadığı yerlerde tutmayı tercih ederdin. Galata Kulesi'ne de çıkmadık. Oysa bir rivayete göre, her kim sevdiğini Galata Kulesi'ne götürürse, onunla evlenirmiş. Yapamadık işte. Belki o zaman her şey farklı olurdu. Balık ekmek yemedik birlikte. Diyorum ya, eksik kaldı her şey. Biz eksik kaldık. Bilemiyorum, belki de hiç başlamadık. Ama hiç uçurtma uçuramadık. Keşke yapsaydık. Sen beni, böylesine küçük şeylerden bile mahrum bıraktın. Ben sana olan aşkımı tüm dünya duysun isterken, her şeyi sessizce yaşadım."

  "Alev..."

  Elimi kaldırarak, "Hayır," dedim. "Ben konuşacağım." Ellerimi yavaşça karnıma yerleştirdim, bebeğimden güç almak için. "Pars'a ihanet etmek, hayatımda yaptığım en büyük hatamdı. İkinci hatam ise, sana aşık olmaktı. Ben mutluluğu elimin tersiyle ittim Güney. Seninle mutsuz olmaya bile razıydım çünkü. Hayatım boyunca bana en çok değer veren kişiyi mutsuz ettim. Üzerimdeki emeklerinin karşılığını veremedim. Ne için?" Gözlerimden akmakta olan gözyaşlarına engel olamadım. "Koskoca bir hiç için. Şükürler olsun ki bebeğim var. Başka hiçbir avuntum yok."

  "Pişmanım. İnan ki çok pişmanım."

  "Pişmansın, öyle mi? Aman ne büyük lütuf! Sen gittiğinde, benim ne hale geldiğimden haberin var mı? Kimsesiz kaldım ben. Sen hayatımın merkeziydin! Sen gidince yer yerinden oynadı. Ne fırtınalar koptu yüreğimin orta yerinde. Gözyaşlarımda boğuldu tüm umutlarım, can çekişerek öldüler. Senin yüzünden gün yüzü görmedim ben. Çiçeklerim açamadan soldular. Ve bahar, bir daha hiç uğramadı yüreğime. Kar, fırtına her yerim. En derinlerime kadar buz kesmişim. Sıcacık bir dokunuşa muhtaç bıraktın beni. Şimdi geri dönsen ne fayda? Bir daha çiçekler açar mı yüreğimin orta yerinde sanıyorsun? Açmaz. Bahar bir daha dokunmaz bana. Yakınımdan bile geçmez. Ne yaparsan yap, benden çaldıkların bana geri dönmeyecekler. Sen dönmüşsün ne fayda?" Yavaşça sandalyemden kalktım. "Biz yarım kaldık Güney. Her zaman da yarım kalacağız ama asla devam etmeyeceğiz."

  Tam ondan uzaklaşmak için harekete geçmişken, "En azından bebeğimize iyi bir baba olmam için bana şans tanı," dedi, ayağa kalktığı sırada. Sesi acı yüklüydü.

  Bakışlarımı bir zamanlar bakarken içimi titreten gözlerine çevirdim. "Bebeğim her şeyi anlayabilecek yaşa geldiğinde, eğer seni tanımak isterse ona mani olmayacağım. Ama o zamana dek, sakın karşımıza çıkma. Sadece eğer istersem bulabileceğim bir yerde ol."

  "Pekala, bekleyeceğim."

  "Umarım beklersin. Ve umarım bu süreçte, imkansızı beklemenin nasıl bir his olduğunu, benim çektiklerimi anlarsın."

  Kolumu tutup bana biraz yaklaştı. "Kış, önünde sonunda yerini bahara bırakır Alev. Ve o çiçekler, her zaman açar."

  Kolumu elinden kurtarıp ondan uzaklaştım. Biliyordum, bu son karşılaşmamız değildi. Her çocuk babasını tanımak isterdi. Zamanın ne getireceği bilinmezdi ama bildiğim bir şey varsa, o da Güney'i asla affedemeyeceğimdi.

Tatlı EsaretWhere stories live. Discover now