BÖLÜM 18

6.3K 600 104
                                    


Arron '' Hadi tatlım, biz yaşlılardan kurtuluşun yok'' dedi ve sırtıma hafifçe baskı uyguladı. Pes etmişcesine omuzlarımı indirdim ve yürümeye başladım.

''Ben Oliver'' dedi sağ tarafımda yürüyen orta yaşlı adam.

Elini kaldırıp hemen yanında yürüyen ve yüzünü bana hiç döndürmemiş olan adama doğru uzatıp '' Bu da Jonny, normalde de pek konuşmaz üzerine alınma sakın'' dedi gülerek ardından yüzünü sarmak için kullandığı ama boynuna düşmüş olan bezi yeniden yüzünü örtecek şekle getirip yürümeye devam etti.

''Ben de Sierra'' dedim yavaşça.

Oliver elini kaldırıp bana doğru hafifçe salladı, Jonny ise küçük bir baş selamı vermiş ve yoluna devam etmişti. Yutkunup onları sürüklediğim tehlikeleri düşünmemeye çalıştım. Onları zorlamıyordum, benimle gelmek isteyen kendileriydi ama yine de suçluluk hissi daha şimdiden tüm kalbimi ele geçirmişti ve beni boğuyordu.

Yürümeye devam ettim. Önde Arthur ve Arron gidiyordu. Açıkçası Arron'un bu kadar hızlı yürüdüğünü hiç görmemiştim. Ayağının sakat olmasına rağmen bizimle aynı hızda gidebiliyordu. Belki de yıllarca pratik yapmıştı ve bu sayede kendini geliştirmişti.

Gözlerimi sıkı sıkı kapatıp açtım. Fallon, kocasını sürüklediğim şey yüzünden beden nefret edecekti muhtemelen. Elbette geri dönebilirsek bunu yapabilirdi, eğer geri dönemezsek ya da aramızdan birine bir şey olursa... Kafamı hızla sağa sola sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Herkes benim sorumluluğumdaymış gibi hissediyordum ve bu gerçekten can sıkıcı bir şeydi.

Güneş yükselmeye başladığında dağın eteğinden aşağıya inmeye çalışıyorduk. Hava sabah suları olduğu için hem hafif karanlık hem de soğuktu. Donmuş ellerimi ceketimin cebine sokup yürümeye devam ettim. Vücudum sıcaktı, ayaklarımda ise yorgunluk belirtilerinden başka bir şey yoktu. Çok üşümüyordum ve bunun nedeninin eski dünya giysileri olduğunu çok iyi biliyordum.

Dağın ormanlık alanına giriş yaptığımızda zaman da baya ilerlemişti. Saat beş gibi kuleden ayrılmıştık, şuan ise saat sekizdi. Üç saattir neredeyse hiç durmamıştık, sadece su içmek için beş dakikalık bir mola vermiştik. Şimdi ise gerçekten dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Derin bir nefes alıp ağaçların arasından kaymamaya çalışarak yürümeye devam ettim. Ağaçlar sık ve çalılıklar çok fazlaydı. Her geçişimde çalılar ceketime takılıp duruyordu.

Sırt çantama takılan çalıdan birini elimle ittim ve eğilerek altından geçip yürümeye devam ettim. Sessizlik ortama hakim olmuştu ve bu sessizlik ormanın büyüleyici görüntüsü ve korkutucu sessizliğiyle birleşmişti. Bu daha da endişelenmeme neden olmuştu.

Daha fazla dayanamadım ve yanımda duran Oliver'a doğru yaklaşıp '' Hey'' dedim.

Bana döndü ve '' Hey, yolculuk nasıl gidiyor'' diye sordu, sesi yorgun çıkmıştı. Ayağındaki botlar eskiydi ama hala sağlam gözüküyordu. Ceketi de sağlam duruyordu fakat yer yer Kan lekeleriyle bezenmişti. Gözlerimi yüzüne çevirince kaşının üstündeki yara çekti dikkatimi. Yeni olmuş gibi değildi, kabuk bağlamaya başlamıştı bile. Sanırım çığ düştüğü zaman olmuş olmalıydı ya da yolda giderken sert bir dal yüzüne çarpmıştı.

''İyi gidiyor, sen nasılsın?'' diye sordum yavaşça. Çok yaşlı değildi ve anladığım kadarıyla herhangi bir rahatsızlığı da yoktu ama yine de nasıl olup olmadığını sormak istedim.

Omuz silkip '' Turp gibiyim, sadece ufak kızımın burada olmasını çok isterdim.'' Elini sırtına doğru götürüp kemiklerine doğru bastırdı ve '' Benim afacan çok güzel masaj yapıyor'' dedi, gülerken beyaz dişlerini görebiliyordum.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin