BÖLÜM 41

5.2K 523 92
                                    

Sessizlik tüm dünyamı sarmıştı. Etrafımdaki hiçbir şeyi umursamadan ekrandaki kişinin yüzüne odaklandım yine. Bilmem kaçıncı kez izliyordum bunu. Saymamıştım, gerekte yoktu. Sonsuza dek burada kalabilirdim sanırım. Burada oturup olanları sindirmek sonsuza dek sürecek gibi geliyordu çünkü. Aklım almıyordu, böyle bir şeyin varlığı ve benim başıma gelişi inanılmazdı. Soyum geçmişten gelmişti ve gelen kişi kurtarıcımızdı.

Gözlerimi kırpmaya korkar haldeydim. İnadına kırpmıyordum, göz kapaklarım acıyla sızlasa da, bir saniyemi bile kaybetmek istemiyordum. Derin bir nefes alırken boğazımı sıkan görünmez elden kurtulmak için hiçbir çaba göstermedim. Hatta beni yeyip bitirmesi için daha da sıkmasına izin verdim. Kendime acı vermek hissettiğim şeyi hafifletir sandım... Ama hiçbir şey bunu hafifletemezdi. Kalbim hislerim yüzünden boğuluyordu.

Hissettiğim şeyin ne olduğunu tam olarak tanımlamak zordu. Nefret? Hayır... Belki de bu his baştan aşağıya sarmalamalıydı beni ama nefret değildi. Ya keder? Her zaman küçük bir parçam kederliydi zaten. Bu hissettiğim şey daha farklı bir şeydi. Sanki kederim, acım ve nefretim çığ gibi büyümüş, ihanetin verdiği kalp kırıklığıyla birleşmişti. Bu his öyle çok canımı yakıyordu ki gözlerim kararmış, dizlerim tutmaz olmuştu. Oturduğum ahşap sandalyenin kollarına sıkıca tutunmuş bir haldeydim. Çok fazla sıkmaktan parmak boğumlarıma küçük iğneler batıyordu. Biraz daha zorlasam tırnaklarımı kırıp etimi kanatacağımdan emindim.

Yüzüm ister istemez yeniden yere doğru eğildi. Duyguların verdiği zararı kaldıramayan kalbim, aklımı da alıp götürmüştü. Tamamen tükenmiş durumdaydım. İhanet, hayal kırıklığı ve diğer şeyler hiç bu kadar canımı yakmamıştı.

Yüzüncü kez gözyaşlarımı ve burnumu sildim, yine hıçkırıklara boğulurken yanımda biri olup olmadığını umursamadım. Şimdi de umursamıyordum. Yavaşça uzanıp videoyu baştan izlemek için önümdeki tuşlardan birine bastım. Werner gitmeden önce bana bilgisayar hakkında kısa bir bilgi vermişti.

Videoyu izlemeden önce, bana göstereceği şeyin heyecanı sarmıştı kalbimi. Tuşların yerini gösterirken titreyen parmaklarını bile umursamamıştım ama o benden uzaklaşıp artık izleyebileceğimi söylediğinde... Ve karşıma annemin güzel yüzü çıktığında her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. Az önce bahsettiği kız bendim. Doktor olan ve Werner'a mesaj bırakan benim annemdi. Yıllarca deli sandığım annem, aslında bizim ve krallığımızın geleceğiydi. Bunlara inanmak zordu ama her şeyi annem söylüyordu. Gözlerimin gördüğüne inanmak istemesem de her şey ortadaydı.

Video açıldı. Annem, özenle toplu kestane rengi saçlarıyla, gözüne taktığı siyah kemerli gözlüğü ve beyaz, uzun ceketiyle tam karşımda mükemmel bir şekilde duruyordu. Oturduğu sandalyesinin siyah gövdesi ve arka plandaki beyaz duvar kameradan gözüküyordu. Saniyeler içinde aklı başında sandalyesinde oturan ve bu halini deli gibi özlediğim anneme odaklandım.

Gözlerimi yüzüne indirip incelemeye yeniden başladım. Gözlerinin parlaklığı tıpkı eskisi gibiydi, yıllar önceki tanıdığım annem tam karşımda oturup bir şeyler anlatıyordu. Kederle güldüm. Onu hiç tanımıyordum. Babam ve birçok kişi, Werner bile gerçekleri bilirken benim bilmemem canımı yakıyordu. Ben onun kızıydım, bunları ilk benim bilmem gerekiyordu.

Annemi yeniden dinlerken Kuzey kulede tanıştığım adamın dediği şeyler anlam kazanmaya başlamıştı. Annem kuzeyin son şansıydı. Ben ise onun bulunması için gerekli, hatta önemli bir anahtardım. Kalbim acıyla kasılırken yerimde büküldüm. Lanet olsun! Werner beni kullanmıştı. Ormanda karşılaşmamız bir tesadüf değildi. Bilerek yakınıma girmiş, beni o kaskatı duruşuyla etkilemiş ve yalanları sayesinde onunla birlikte seyahat etmemi sağlamıştı.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin