BÖLÜM 57

4.2K 453 48
                                    

Yedi yaşındayken karanlıktan korkan küçük bir oğlan çocuğuydum. Yatağa her yatışımda benimle ilgilenen bakıcıma ışığı kapatmamasını söylerdim. Kapamazdı, taki ben uyuya kalana dek. Çünkü biliyordu ki, babam karanlıktan korktuğum için ışığın güvenli kollarında kalmamdan nefret ederdi. Ona göre güçsüzlük gösterisiydi bu. Nadiren yanıma uğradığı zamanlarda ki bu genelde geceleri olurdu, ışığı açık gördüğünde kapatıp homurdanmaya başlardı. Onun homurtusuyla uyanırdım ama bunu belli etmezdim. Işığı kapatıp bir süre beni izledikten sonra çıkardı. Ben de yorganın altına iyice siner yanımda taşıdığım feneri açıp uyumaya çalışırdım. Bir keresinde gittiğini sanmıştım. Feneri açıp yatakta uyumaya çalışırken yorganı üzerimden çekip almış ve sert bakışlarını üzerime doğrultmuştu. Elimdeki feneri alıp kapatmış ve bir gün onun yerine geçeceğimi, korkaklık etmemem gerektiğini ve korkumun üzerine gidip onu yenmemi sert bir şekilde dile getirmişti.

O anı asla unutamazdım. Karanlıktan çok ondan korkmuştum o zaman. Yakalanmış olmanın verdiği korku ve elbette gözlerinde gördüğüm vahşilik. Bana asla vurmazdı ama bu bakış yerine vurmasını isterdim. O günden sonra asla ışık açık uyumamıştım. Şimdiye kadar...

Yatağımda uzanıp bembeyaz tavanı izlerken ışığı kapatamıyordum. Biraz kestirmem gerekiyordu, yorgunluktan ölmek üzereydim ama uyuyamıyordum. Işık bile kendimi güvende hissetmemi sağlamıyordu. Her an saldırı olabilecekmiş gibi geliyordu bana. Ne zaman bir kıpırtı ya da ayak sesleri duysam kalbim güm güm atıyordu. Kendi canım için korkmuyordum. Bir kral olarak halkım için endişeleniyordum. Bir de Sierra vardı. Onun için yaşamak zorundaydım. Onu bu dünyada yalnız bırakamazdım.

Sıkıntıya iç çekip eski yataktan kalktım ve elimi yan taraftaki masaya uzatıp eski fotoğrafı aldım. Sierra'nın küçük yüzüne bakmak sinirlerimi yatıştırıyordu. Onu yalnız bırakmıştım, tehlikenin içine kendi ellerimle yollamıştım ve Tanrım tüm kalbimle bundan pişmanlık duyuyordum ve vicdan azabından ölmek üzereydim.

Ellerimle yüzümü ovalayıp ayağa kalktım. Uyuyamayacaktım, kafamın içindeki sesler susmuyordu. Üzerime ceketimi geçirip gizli odadan çıktım ve asıl odamın içine girdim. Duraksamadan odadan çıktım ve koridorda beni bekleyen muhafızlara kısa bir bakış atıp saraydan çıkmak için adımlarımı hızlandırdım.

Köşe başlarında nöbet tutan askerleri saymazsak saray neredeyse boştu. Halk sığınaklara, muhafızlar ise surlara gönderilmişti. Bir kısmı sığınağı koruyor, bir kısmı ise sarayı güvende tutuyordu. Diğerleri ise hazırlık yapıyordu. Dışarı adım atar atmaz oradan oraya koşuşturan, silah taşıyan ya da yiyecekleri stoklayan muhafızlarla karşılaştım. Endişeliydiler, kimisi ellerini yüzüne koymuş köşede oturuyor, kimisi de bir şeylerle ilgilenen muhafızları boş gözlerle izliyordu.

Muhafız kalabalığının içine adımımı attım. Muhafızlar işlerini bir anlığına bırakıp bana döndüler. Onlara hafif bir baş hareketinde bulundum ve işlerine geri dönmelerini sağladım. Patikadan aşağıya, seralara doğru yöneldim. Seralarda da kalabalık bir muhafız grubu vardı. Alev toplarından ve sert fırtınalardan geriye kalan bitkileri ya da sebzeleri topluyorlardı. Her bir parçaya ihtiyaç duyuyorduk.

Seralara girdim ve Damond'un yanına doğru yürüdüm. Seralardaki bitkilerin toplanması ve saklanması konusuyla ilgilenmesini istediğim muhafızlardan biriydi. En fazla otuz yaşlarındaydı ama son birkaç gün nedeniyle yüzünde oluşan kırışıklıklar kırk yaşındaymış gibi gösteriyordu onu. Bu savaş herkesi yıpratmıştı ki daha başlamamıştı bile ama an meselesiydi. İstihbaratçımız G'nin yola çıktığını söylemişti. Bu yüzden insanlar telaşlıydı.

Damond geldiğimi görünce seralardaki muhafızlara ve orada bitkileri toplamaya yardım eden bir grup insana emir vermeyi bıraktı ve yanıma gelip selam verdi.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin