25. Bölüm ~ Hastane

3.1K 203 928
                                    

Dökmeye niyetim yok içimi. Zor sığdırdım zaten.

Cemal Süreya

Kalbimin sıkı sıkıya bağlı düğümlerini birer birer çözen ve beni kapalı kaldığım hapisten kurtaran o adam, kalbimdeki minik ve narin kelebeğimin sahibi can çekişiyordu. Ama narin bedenini, canını ortaya koyarak kalbimi muhafaza etmekten de geri durmuyordu.

Şimdi o çaresiz adama el uzatma, kelebeğinin kanadına kanat olma zamanıydı. Şimdi kalpleri ebedi sonsuzluğa dek mühürleme, yorgun ruhları birbirine dolama vaktiydi. Gözlerimi çekmedim ondan, o da çekmedi mahzun mahzun bakan denizini. O mahzun gözlerde minik bir çocuğun kırgınlığı, kızgınlığı gizliydi sanki. Yere düşen yaprağa dahi üzülen masum varlıkların kırgınlığından nasibini almıştı sanki gözleri. Ama her nasılsa yere düşen yaprağa değil de başka bir şeye kırılmıştı o çocuk. Gayb'a iştiyakla sımsıkı sarılan izdiham bir bölgeydi gözleri. O gaybı yalnızca şerit tefekküratlar çözebilirdi. Daha ağır, kaldıramayacağı bir şeyi üstlenmişti... Emareleriyse halen minik omuzlarındaydı.

Umay'ın çığlığıyla irkilirken gözlerimi daldığım noktadan çektim. Vehmlerle boğuşmak dünyadan feci bir şekilde kopuşa sebebiyet veriyordu. Bendeyse tefekküratları tarumar edecek güç yoktu, olmayacaktı. Çünkü zihin denilen karmaşık yerin bendeki her kıvrımında her an nöbette bekleyen müsellah neferler bulunuyordu ve bu neferler beni sürekli netayiçi olmayan namütenahi bir soyutluğa sürüklüyordu.

"Ne! Ne demek kriz geçirmiş?!"

Cevahirden farksız olan o mahzun gözleri Umay'a çevrildi. "Ben de bilmiyorum Umay. Gidince öğreneceğiz işte."

Umay ve Reşid bir anda ayağa fırladı. Umay bir oraya bir buraya koşturup eşyalarını toplarken, Reşid evin içinde volta atıyordu. Ahu ile ben de ayağa kalktık. Ahu Umay'a yardımcı olmak için yanına gitti. Uğur ise duvara yaslanmış sadece tek bir noktaya bakıyordu. Her şey ve herkesten soyutlanmış gibiydi.

"Yardımcı olabileceğim herhangi bir şey var mı?" dedim.

Daldığı noktadan çekti gözlerini, diğerlerine nazaran çok garip bir şekilde sakin görünüyordu. Hafifçe gülümsedi. "Sağolasın, düşünmen yeter. Uzun zamandır olmuyordu böyle bir şey. Neden şimdi bir anda patlak verdi hastalığı anlamadım."

Biraz merak, biraz da üzüntünün harmanlandığı kısık sesimle, "Özel değilse... Annenin rahatsızlığı nedir?" dedim. Bir taraftan da içimden ters bir cevap vermemesini temenni ediyordum.

Beklemediğim bir anda hızla, "Epilepsi hastası," dedi.

Epilepsinin nörolojik bir hastalık olduğunu biliyordum. Ve bir sürü çeşidinin olduğunu da... Çeşitlerine göre farklı reaksiyonlar gösteren bu hastalığın tamamen iyileştiren bir tedavisi yoktu ne yazık ki. Ama yine de Allah'tan ümit kesilmezdi. O ol deyince olur, öl diyince ölürdü.

"Rabbim şifa versin." dedim melankolik bir sesle. "Amin," dedi fısıltıyla.

Damarlarımda üzüntü ağır biçimde nüksetmeye başladığında bir anda gelen anlık içgüdü ile, "Benim de Reşid ve Umay gibi yanında olmamı ister miydin?" dedim.

Şok olmuş gözlerle baktı bana. Bunu söylememi beklemediği çok belli oluyordu. Zaten ben de kendimden böyle bir potansiyel beklemediğimden dudaklarımdan çıkan şeyler sonucunda afalladığımı hissettim.

Artık ben değil kalbim konuşuyor olmalıydı. Öyle ki aklımın fikrini beyan etmesine dahi fırsat bırakmadan gürz ile saldırıyordu hepsine, geriye ise sadece acı serzenişler kalıyordu. "Yanımda olmak ister miydin?" dedi hala şoktan çıkmadığını belli eden şaşkın suratıyla.

ÖRTÜLÜ Where stories live. Discover now