26. Bölüm ~ Kabus

3K 223 1K
                                    

Seni anlatabilsem seni. Yokluğun cehennemin diğer adıdır. Üşüyorum kapama gözlerini.

Ahmet Arif
_________________

Uykusunda ismimi sayıklıyordu. Fakat bu normal bir sayıklama veya mırıldanma değildi... Canhıraş şekilde telaffuz ediyordu ismimi. Sanki bir uçurumun kenarındaymışız ve ben birbirine kenetli ellerimize rağmen uçurumun dipsiz karanlığına düşüp, ondan kayıp gidiyormuşum da o tutamıyormuş gibiydi.

Alnı hafifçe terlermişti. Acaba kendini bu denli kasmasına sebep olacak ne görüyor diye içimden geçirirken uyandırıp uyandırmamak arasında kalmıştım. Uyansa tekrar uykuya dalıp dalamayacağını bilmiyordum çünkü. O bu kadar yorgunken de sırf rüyasında ismimi sayıklıyor diye uykusundan uyandırmak bencillik olurdu.

Bir müddet beklemeye karar verdim ve hareketlerini izlemeye başladım. Eğer bu şekilde devam eder, ya da daha kötü bir hal alırsa uyandıracaktım. Birkaç dakika sonra ismimi sayıklamaları iyice artıp haykırma boyutuna ulaştı ve alnından damla damla ter boşalmaya başladı. Yüz ifadesi de tam olarak beni uyandır diyerek serzeniş ediyor gibiydi. Ya da ben artık o kadar çok uyandırmak isteyip de uyandırmamak için direniyordum ki yüz ifadesini bu şekilde tanımlıyordum.

Daha fazla bu görüntüye dayanamayacaktım. Acı çekiyordu, belliydi. Sırf uyusun diye de acı çekmesine müsaade edemezdim.

Uyurken berbat kabuslar görüp haksar şekilde uyanmak ne demek en iyi ben bilirdim. Kaç gecem gündüzüm böyle helak oldu sayamadım. Kaç kez uyandıranım olmadığı için, kendi kendiliğimden de uyanamadığımdan yerle yeksan oldum hatırlamıyorum. O gördüğüm her kabusu nasıl gerçek sanıp da acı acı naralar atarak uyandığımı bir ben biliyorum. Her uykuya dalacağımda kabus göreceğimi bilmenin verdiği korkuyu en iyi ben tattım. Ve sırf bunu bildiğim için günlerce uyumamak için direnip uykusuz kaldım da, perişan olduğumu kimse görmedi.

Fakat ben onun bu halini görebiliyor, kendim de böyle bir durumu gereğinden fazla tecrübe etmemden dolayı acı çekmesini hiç ama hiç istemiyordum.

Sonunda dakikalardır yapmak istediğim şeyi yaparak ayaklarımı harekete geçirdim ve Uğur'un yanına gittim. Önce hafifçe koluna dokundum fakat uyanmasında hiçbir etkisi olmadı. Ben de daha sert bir şekilde kolunu dürtmeye başladım.

O uyanmadıkça korkup istemsizce daha sert vuruyordum koluna. Kalp atışlarım hızlanmış, damarlarıma korkunun tohumları çoktan ekilmişti. Bu tohumların toprağı delerek yeşermesi an meselesiydi. Yeşerdikleri anda ise onları oradan kolayca söküp atamıyordun işte öylece, çünkü kökü sağlam temellere dayalı oluyordu ve onları söktüğün takdirde köküyle birlikte o sağlam temelleri de sökmen gerekiyordu.

Ben onu uyandırmaya odaklanmış başka hiçbir şeyi gözüm görmüyorken o beni kolumdan tuttuğu gibi hızla kendine çekti. Az kalsın korkudan çığlık atacaktım ki hortlak görmüş gibi gözlerini açtı.

Masmavi gözleri ifadesiz diyebileceğim kadar duygusuz ve nötr bakıyordu. Bu bakışı ona hiç mi hiç yakıştıramamıştım. O duygusuz bakışları yerine nefret dolu bakışlarını tercih ederdim. Birkaç saniye kadar aynı şekilde bakmaya devam edip benim gerim gerim gerilmeme sebep oldu.

Gözleri ifadesiz olsa bile yüz mimikleri ne olduğunu kavrayamadığının göstergesiydi. Uykudan uyanmanın verdiği şaşkınlık ise yüzlerimizin birbirine yakınlığı sebebiyle daha da artmış gibiydi.

Sanki beni kendisine çeken o değildi! Bir de şaşırıyordu!

İç sesim çocuk uyku semesiyle ne yaptığının farkında mı sanki dediğinde ona hak verdim. İstemeden, farkında olmadan yapmıştı... O bana halen irileşmiş gözleriyle bakarken benim gözlerimin de onunkilerden farksız olduğuna emindim.

ÖRTÜLÜ Where stories live. Discover now