on iki

2.6K 122 41
                                    

Yalnızca birkaç kelime, ancak bu kadar kışkırtıcı olabilirdi. Geceyi ancak bu kadar alevlendirebilirdi. Karşılığındaysa, söylenecek hiçbir şey yok.

Kendimi akıntıya bırakıyorum. Gözlerim kapalı, bana dokunmasına, bir kez daha bana sahip olmasına izin veriyorum. Çünkü bu huzurlu hissettiriyor. Parmak uçlarının çıplak vücudumda gezintiye çıktığı her yer cayır cayır yanıyor. Onu istediğimi biliyorum. Dün de istiyordum. Bugün ve sonraki günler de isteyeceğim.

Şimdi bana ismimi fısıldarken pürüzsüz göğsü parlıyor. Ellerim kaslı kollarını sarmış hâlde. Tam salonundaki bu çirkin koltuğun ne kadar da rahat olduğunu düşünüyorken aslında bunun, sadece onun altında olmanın rahatlığı olduğunu fark ediyorum. Durmadan dudaklarımı öpüyor, ensemi kavrıyor, bel oyumuma ellerini koyuyor. Boynuma ve göğüslerime bıraktığı öpücükler tıpkı onun yaptığı gibi daima adını tekrarlamama sebep oluyor. O boynuma gömüldüğü bir anda başımı sağa çeviriyorum. Aslında bulunduğum durum hazzın doruğu olmasına rağmen dikkatimi bir ayrıntı çekiyor. O üzerimde gidip gelirken televizyonda kanal menüsünü görüyorum. Bazı kanalların üzeri çizilmiş ve kenarında küçücük bir bilgi yazısı var. Kullanıcı isteği üzerine kapatılmış kanal.

Evans hızlanıyor. Bu beni delirtse de son anda bakıp gördüğüm şeyde aklım kalıyor. Kapatılan kanalların hepsi Oregon yerel kanalları.

Eliyle çenemi kavrıyor ve beni sertçe öpüyor. Bu gelmek üzere olduğu anlamına gelen bir hareket. İlk sevişmemizde de böyle yapmıştı. Onu kendime bastırıyorum ve işini kolaylaştırmak adına dudaklarım arasından haykırıyorum. Karşılık olarak homurdanıyor. Hızı daha da artıyor, biraz daha ve biraz daha. Yine istediğini alıyor. Tıpkı benim gibi.

Yanımda uzanırken ona kafamdaki soruları sormak istiyorum. Yapamayacağımı adımdan daha iyi bilsem de, istiyorum.

Kolunu okşuyorum. Bir elini ters çevirip alnına koymuş. Rahat görünüyor. Üzerine eğilip başımı omzuna koyuyorum. Kokusu o kadar terlememize rağmen büyüleyici. Hangi parfüm böylesine kalıcı olabilir ki?

"Buritomu yiyeceğim, siz de ister misiniz?" diye soruyorum. Aslında bu sorumun tek bir amacı var. Uyuyup uyumadığını test etmek. Cevap gelmiyor. "Bay Evans?" Omzundan dürtüyorum. Tık yok. Ağır uyuyor olmalı diye düşünmeden edemiyorum.

Sebzenin ağır kokusu buritonun poşetine dokunduğumda bile etrafa yayılıyor. Dikkatlice paketi açıyorum ve etrafa saçılmaması için biraz önce çıkardığım tabağı altına getiriyorum. Birkaç biber ne kadar dikkat etsem de masaya dökülüyor. Solda duran ksğıt havludan bir parça koparıp biberleri topluyorum ve tezgahın üzerindeki plastik siyah çöp kutusuna atıyorum. Daha sonra buzdolabına ilerleyip içebileceğim bir şeyler var mı diye bakıyorum. Kapakta yarısı içilmiş bir kutu cin var. Ama içki içmek uygun olmazdı diye düşünerek elimi üst raftaki altılı karadutlu maden suyuna götürüyorum. Bunlardan daha önce hiç denemedim. Fakat Bay Evans evinde bir kolisini tutuyorsa muhtemelen tadı güzeldir diye düşünüyorum.

Maden suyunun kapağı gürültüyle açılıyor, bu da uyandırmış olmanın korkusuyla Profesör'e bakmama sebep oluyor. Dudakları arasında ufak bir boşluk, bir melek gibi uyumaya devam ettiğini görüyorum.

Yemeğimi yalnız olduğum zamanlardaki gibi hiç de kibar olmayan bir tarzda yerken kafamda dönüp dolanan hayaller var. Okul bittiğinde olacaklara dair. İstediğim üniversiteye yerleşebileceğimi biliyorum. Ve Profesör... Bir Profesör olduğu için doğru olan zaten üniversitede çalışması. Benimle gelir, orada yine öğretmenim olur ve her gün her gece birlikte oluruz. Ev alırız ve gece gündüz sevişiriz. Belki üniversite de bitince benimle evlenmek ister. Sonuçta basit bir meslek sahibi olmayacağım.

Russian || Chris Evans (BİTTİ)Where stories live. Discover now