yirmi iki

1.6K 106 40
                                    

Öğle vaktinin tam ortasında siyah bir arabanın içinde pişmek üzereyim. Havanın zaten sıcak olması bir yana, koyu renk bu arabanın da ışığı soğurmasıyla koltuklara yapışmış durumdayım.

Oregon'un en yakın cezaevine gitmemiz maalesef kısa sürmüyor. Yaklaşık 1,5 saattir yollardayız ve benim artık açlıktan midem bulanıyor.

"Saat kaçta orada olmamız gerekiyor?" diye soruyorum Scott'a. Şu zamana kadar birkaç kez gelecekte ne yapmak istediğimi falan sordu, onun dışında hiçbir şey hakkında konuşmadık. Chris'le ilgili ne zaman bir şey sorsam beni geçiştirdi ya da sessizliğini kullanıp sinirlerimi bozdu. Ama bunları hiçbir şekilde üstelemeyerek olgunca davrandığım büyük bir gerçek.

"Oraya yarım saate varırız." gözlerini yoldan ayırmadan konuşmasına devam ediyor. "Sonra da," biraz düşünüyor: "Yine yarım saate kadar bizi içeri alacaklarını düşünüyorum."

"Anladım." bu vakit yine bana uzun geliyor. Acıktığım için etraftaki tüm restoranlara gözüm takılmaya başlıyor.

"Arka koltukta burito var. Chris telefon saatinde senden biraz bahsetmişti." yeni kurduğu cümlesine karşın başımı ona çeviriyorum. Bu oldukça ince bir hareket. O yüzden mavi gözleri üzerimdeyken ona gülümsemeden edemiyorum. Sonra arkamı dönüp koltuktaki poşeti alıyorum. Bir burito, bir de vegan burgeri paketlenmiş halde poşette duruyor.

"Vegan mısın?" diye soruyorum.

"Sadece vejetaryenim." cevabına şaşırmıyorum. Ama nedense aklıma Chris'in yemekhanede buritoyu nasıl gömdüğü geliyor. Onunkinin de paketini sıyırıp yiyebilmesi için eline hazır hâlde tutuşturuyorum. Yol boyunca bunları yiyecek ve muhtemelen yine konuşmayacağız.

Tahmin ettiğim gibi sessiz geçen yarım saatlik yolculuktan ve bekleme salonundaki mayıştırıcı on beş dakikadan sonra bir polis isimlerimizi okuyor. Bizim dışımızda birkaç bekleyen daha var. Ama görüşme salonuna tek tek girildiği hakkında tuhaf bir kural uygulandığı için şimdi sadece biz içeride olacağız.

Hayatımda ilk kez bir cezaevinde bulunuyorum. Filmlerde göründüğü kadar korkutucu değil ama insanı geren bir havası var. Genellikle sağlam duvarlardan oluşan birçok bina ve her kapıda sert bakışlı polisler bulunuyor. Aslında bu insanlara polis demek pek de doğru olmaz. Çünkü çoğu askeri üniformalar giymiş.

Etrafıma bakmayı kesip biraz önce ismimi okuyan koyu tenli adamdan kimliğimi alıyorum. Bizi bir kapıya yönlendiriyorlar. Retina taramasının olduğu bir makine var. Benden önde giden Scott, burada çok kez bulunmuş gibi rahatça ilerliyor. Gözünü makineye okutuyor, sonra da metal dedektörü olan kapıdan temiz bir şekilde geçiyor. Aynı hareketleri ben de yapıyorum fakat retina taraması ilk seferimde hata veriyor. Bu beni gerse de ikincide onaylanması rahatlatıyor.

Kapıdan titreyerek geçiyorum. Evans'a yaklaştıkça içimde büyüyen bir heyecan var. Sanki ilk kez karşılaşacağım bir ünlüyü görmeye gidiyormuşum gibi hissediyorum. Aslında bir bakıma, o da ünlü.

Dedektörden geçtikten sonra ellerinde eldiven olan güvenlik görevlisi giyimli bir kadın üzerimi araması gerektiğini söyleyerek beni kapalı küçük bir odaya alıyor. Elleriyle saçlarımı, sütyenimin altını, kollarımı, ceplerimi, ayakkabılarımın içini, kısacası her yerimi arıyor ve beni sonunda içeri girmem için serbest bırakıyor.

Şimdi çelik başka bir kapıdan geçiyoruz. İçerisi geldiğim koridordan daha karanlık ama etrafı görebiliyorum. Sağ taraflarında telefon bulunan bir sürü bölme var. Kalın bir camla karşı taraftan ayrılmış. Ses geçirmiyor gibi görünüyor. Buradan filmlerde olduğu gibi telefonla konuşacağız.

Russian || Chris Evans (BİTTİ)Where stories live. Discover now