on sekiz

1.9K 112 44
                                    

Korku ve endişe vücudumun her bir zerresini titretirken merdivenleri nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Çünkü zaman, bir şelale misali akıp gidiyor. Kulağımda kapıyı yumruklayan adamın sinirli sesi ve etin çeliğe çarptığında çıkardığı o rahatsız edici tıkırdama var.

Yatak odasındayım. İnce parmaklarım deli gibi sarsılıyor, panikliyorum. Ne yapacağımı unuttuğumu fark ediyorum. Dolap. Dolaba girmeliyim.

Arkamı dönüyorum ve dolaba bakıyorum. Ne yapacağım?

Evans'ın bana söylediği birkaç kelime sadece saklanmakla ilgiliydi. Onları hatırlamaya çalışıyorum. Kafam öyle karışık ki, nefes almayı hatırlayamıyorum. Alnım terliyor, vücudum gergin duruyor.

Düşün Sasha, düşün... Sonunda aklımda bazı şimşekler çakmaya başlıyor. İçgüdülerimle birleşen zihnime güvenerek biraz önce üst rafta gördüğüm metal kutudan altıpatları çıkarıyorum. Filmlerden bildiğim kadarıyla elimdeki silahı dikkatlice çevirip alttaki metal çıkıntısına basıyorum. Kabza açılıyor. Altı kurşunluk kabzada üç tanesinin dolu olduğunu görüyorum. Bu beni Chris tarafından kullanılmış olduğu için geriyor ama şu an endişelenmem gereken başka şeyler var.

Aşağıdan kapı açılma sesi geliyor. Biraz önce bağıran adamın konuşmasını duyduğumda, aceleyle silahın kabzasını kapatıp Evans'ın dediğini yapıyorum. Dolabın arka kısmını sağa doğru sürüklüyorum. Bir kişinin girebileceği büyüklükte bir boşluk açılıyor önümde. Gerçekten başarılı bir saklanma yeri, diye düşünüyorum. Takdir etmeye ve bunun hakkında da endişelenmeye ise, yine vaktim yok.

İçeriye iki büklüm olup girmeyi başarıyorum. Tabancayı kendimden uzağa, duvara doğrultarak sürgüyü kapatıyorum.

Şimdi yapacağım belirli iki şey var: Olanlara kulak vermek ve ne olursa olsun ses çıkarmamak.

Chris'in soğuk sesi geliyor hafiften. "Neyden bahsettiğini anlamıyorum."

"Sen beni delirtmek mi istiyorsun Evans?" Profesör'ün sesinin yanında daha gür ve agresif çıkan sesi işitiyorum bu kez. Bir şeyler devriliyor, dökülüyor, kırılıyor... Her birinde irkiliyor, Chris için endişeleniyorum. "Söyle bana nerede o?"

Hırlayarak bağıran adamın kim olduğunu anladığımda, başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Burada olduğu düşüncesi ve aradığı şeyin ben olduğum ihtimali, beynime ok gibi saplanıyor. Artık peşimdeki adamın sadece bir uyuşturucu kaçakçısı olmadığını düşünüyorum. Çünkü bir seri katil kadar korku salıyor üzerime.

"Partiden sonra," diye bağırıyor. Bu kez merdiven basamağı sesi de duyuyorum. İki çift ayakkabının yaptığı yankı ulaşıyor kulaklarıma. Onlar bana yaklaştıkça, içimdeki korku milyonlara katlanıyor. "Buraya geldiğini gördüm. Onu nerede saklıyorsun?"

"Saklamıyorum Yanus. Onu saklamıyorum." Tam sırtımı yasladığım duvara bir yumruk çarpıyor. Ya da biri...

"Yalan söylüyorsun!" Bir kez daha aynı zonklama sesi geliyor. Bunca şey olurken sessiz kalmak çok zor. Ağlamaya başlıyorum bile ama hayatımdaki en sessiz hıçkırıklarımla. "Sen aradın beni Chris. Hazır olduğunu söyledin. Sen bile hazır değilmişsin!" Bu kez duyduğum ses, tenin tene sertçe çarpma sesi. Ve hemen ardından gelen bir tükürme. Birisi kesinlikle yüz kemiğine bir yumruk yedi. "Bu işten sıyrılmanın tek yolu o kız, seni göt herif! Onu getireceksin." kulaklarım çınlıyor. "Duydun mu beni? Onu getirmek zorundasın!"

Bu da ne demek diye düşünüyor olduğumu sanıyorsunuz. Fakat her şey ortada.

Chris Evans -dünyalar yakışıklısı matematik öğretmenim- biraz önce fikrini değiştirmeseydi, beni bir insan ticaretçisine satacaktı. Sebebini bilemiyorum. Sadece her şeyi bildiğimden şüphelendiğini ve bunun kendisi açısından tehlikeli olduğunu düşündü. Bu boktan kurtulmanın tek yolu da, tehlike arz eden beni; Yanus denen pisliğe vermek olacaktı. Yeni bir kız, yeni bir taşıyıcı anne.

Yüzümü ateş basıyor. Sinirliyim. Gözümün yavaşça döndüğünün farkındayım. Bunca zaman Evans'tan ettiğim şüpheler bile, 10 dakika önce yapacaklarını düşündüğümde yanında masum kalıyor. Onu boğma isteğini, içimden atamıyorum. Dişlerimi sıkıyorum ve öfkemi ağlayarak atmaya çalışıyorum. Yapamam, bu acıyı dindiremem. Ondan nefret ediyorum. Anlık mı değil mi bilemiyorum ama sadece, onu öldürmek istiyorum.

Kendimi o kadar kasıyorum, o kadar sıkıyorum ki; tabancayı saran parmaklarımın eklemleri bembeyaz oluyor.

Kötü düşünceler beynimin binbir yerinde cirit atarken diğer elimle sabitlemeye çalıştığım sürgülü kapı kıpırdanıyor.

Panik biraz önceki gibi tüm vücuduma yeniden yayılırken tabancayı iki elimle kavrayıp sürgüyü açan kişiye doğrultuyorum. Hayır, Yanus değil. Chris Evans. Ama artık benim için ikisi de aynı kişi.

Başına hedef aldığım altıpatlar onun gözlerinin büyümesine sebep oluyor. Gözünün altında, elmacığında; kılcalları çatlatmış yumruk yarası var. Kanıyor. Moraracağı çok belli.

Elimdeki silahtan cidden korktuğu için ellerini havaya kaldırıyor. "Sasha, ne yapıyorsun? Onu nereden buldun?" diyor bana. Öyle sinirliyim ki, silahı kullanmayı bilsem belki de onu vurmuştum bile. İşaret parmağımla tetiğe dokunuyorum.

"Kapa çeneni."

"Sasha sana her şeyi açıklamama izin ver." hizayı bozmadan dolaptan yavaşça çıkıyorum. Ben ilerledikçe o da birer adım geri atıyor. Açıklamak mı? Ah Evans, her şeyi biliyorum zaten.

"Beni ona verecektin." yanaklarım gözyaşlarım yüzünden sırılsıklam. "Ben de aptalım, benimle gerçekten ilgilendiğini sandım."

"Hayır Rusyalı, seninle gerçekten-"

"Kapa çeneni dedim!" diye bağırıyorum. Bu sahne tıpkı filmlerdeki gibi. İhanet ve yalanların açığa çıktığı sahne. "Ama ne var biliyor musun Evans?" histerik bir kıkırtı dökülüyor dudaklarımdan. "Sen de aptalsın. Bunca zaman ne haltlar çevirdiğinizi biliyordum. Her şeyi biliyordum. Benden gizleyemedin." üzerine yürümeye devam ediyorum. Merdivenlere geldiğimizde ayağı kayıyor ama dengesini yeniden sağlıyor. Yavaşça iniyoruz. "Hepinizin işini bitireceğim." diyorum. Nasıl mı? Polise gitmekten başka yapabileceğim bir şey yok. İyi dövüşemiyorum, silah kullanamıyorum, kung fu yeteneğim falan da yok. Belki biraz zekâ... Ama ancak o kadar.

"Lütfen yapma bunu." Evans'ın bana yalvarması garibime gidiyor. "Seni ona vermem Rusyalı. Veremem."

"Öyle mi Chris?" Ona ilk kez ismiyle hitap ettiğimi fark ediyorum. "Bana çıkma teklifi ettin. Her şey planlıydı. O gece yanına gelecektim ve beni teslim edecektin. Ama Yanus beni senden önce buldu." Derin bir nefes alıyorum. Sonunda aşağıdayız. Bu evden gideceğim ve bir daha asla, asla onun karşısına çıkmayacağım. Hatta yakalandıklarını öğrenene dek, Oregon'dan gideceğim.

"Hiç düşünmedin mi Evans? Onca küçük kızın ne çektiğini? Acımasızca, iki tanesinin ölümüne hiç üzülmedin mi?"

"Onları ben öldürmedim Sasha. Yemin ederim ben bu işte yokum."

"Şu an yaptığına ne denir biliyor musun?" aynı histerik gülüşü yeniden yüzüme yerleştiriyorum. "Palavra*."

"Her zararın bir parçası oldun Evans. Hepsinde parmağın var. Sessiz kalarak bile, buna ortak oluyorsun." ağlamamı durduramıyor olmak, beni zayıf gösteriyor.

Altıpatları tutan elimin titrediğini görüyor. Bu ona cesaret kazandırmış olacak ki bir adım ileri geldiğini fark ediyorum. Elini bana uzatıyor. "Sasha,"

"Sakın dokunma." diyorum ve etrafında dönerken silahı yeniden ona doğru tutuyorum. Bu kez duruşum daha kararlı.

"Pisliğin tekisin." Kumral saçları farklı yönlere dağılmış, mahçup bakıyor. Gözleri karanlık. Hiç olmadığı kadar.

Yerden çantamı alıyorum ve gitmek için kapıya yöneliyorum.

"Bunu düzelteceğim." diyor ben çıkmadan önce.

"Birimiz bunu düzeltmek zorunda."

*bullshitttt babyy

umarım beğenmişsinizdirr

ilgisini çekeceğini düşündüğünüz arkadaşlarınız varsa okumasını önermeniz, etiketlemeniz beni çok mutlu eder:')

sizi seviyorum

Russian || Chris Evans (BİTTİ)Where stories live. Discover now