on altı

2.1K 116 25
                                    

Ben soğuk terler dökmeye başladığımda, beynim işlevini yitirmek üzere olduğunu söylüyor. Durdurulamaz bir şiddetle titreyen ellerimi üzerime siliyorum. Nefes almaya çalışıyorum ama deli gibi çarpan kalbim buna izin vermiyor. Gerginliğim kelimelere dökemeyecek kadar kuvvetli ve tüm vücudumu sarmış durumda. Göz bebeklerim titrerken farkında olmadan bir hareket yapıyorum. Dudaklarımın kenarlarını kıvırıp, bir diğer deyişle tebessüm edip, Yanus Schmid'e karşı kadeh kaldırıyorum.

Bu hayatımda yaptığım en büyük hata. Hem de en büyüğü. Evans'a güvenmekten bile büyük.

Yanus, ben ona selam verdikten sonra kalabalığın içinde bana doğru gelmeye çalışıyor. Bardağını dökülmesin diye havaya kaldırıp yan yan topluluğu delişini izliyorum. Tam buraya, yanıma otursa ne halt edeceğim? Onun hakkında her şeyi, ya da en azından dört suçtan aranan bir mahkûm olduğunu bilerek nasıl her şey normalmiş gibi davranabileceğim?

Bunların hepsine karşılık tek bir çözüm var: Bu evden olabildiğince hızlı bir şekilde çıkıp gitmek.

Adım bir, telefonum çalıyormuş gibi davranıyorum. Aramayı cevaplamış ve karşıdakiyle kavga edercesine konuşuyormuş gibi yapıyorum.

"Şu anda senimle konuşamam!" diye bağırırken göz ucuyla Yanus'a bakıyorum. Kısa kesilmiş saçları ve görünüşünü tamamlayan top sakalıyla, iğrenç bir insan olduğunu bilmesem yakışıklı diyebileceğim kadar iyi duruyor. Yeşil gözleri karanlıkta parlıyor. Ama onu bir şeytan gibi görmeme sebep olmaktan başka işe yaramıyorlar. "Tamam, çıkıyorum şimdi. Sakin ol, bunu konuşacağız." kendi kendime konuşmam bittiğinde telefonu kapatmış gibi yapıyorum. Yanıma kadar gelmeyi başarabilmiş Yanus'a bakıyorum. Özür dilercesine omuz silkiyorum ve eşyalarımı tezgahtan alıp rüzgar gibi yanından ayrılıyorum.

Gerçekten hızlı ilerliyorken hâlâ şu çocukla öpüşen Nancy'nin koluna yapışıyorum. Yüzünü hışımla bana çeviriyor. "Ne oldu?"

"Buradan gitmemiz gerek Nance." ellerim ve bacaklarım öyle titriyor ki düşüp bayılacağımı sanıyorum.

"Ne? Neden?" çocuğun kollarını bırakıyor ve bana dikkat kesiliyor.

"Vaktimiz yok hemen gitmeliyiz, söz sana anlatacağım."

"Eğleniyordum Sasha! Neden gitmek zorundayız?" arkama dönüp sıkıntılı bir nefes veriyorum. Yanus bar taburesinden beni izliyor ve birasını yudumluyor.

"Gelmeyeceksen, bar bölümünde oturan kumral adamdan uzak dur. Top sakal bırakmış olandan." tecrübeli bir dedikoducu olduğu için çaktırmadan adama bakıyor. Sonra yeniden bana dönüyor. "Tamam mı Nancy? Anladın mı beni?" öyle gerginim ki, hiçbir suçu olmasa bile Nancy'ye sinirlendiğimi fark ediyorum.

"Tamam. Dikkatli ol." konuşmamız bittiğinde yeniden hızlanıp evden çıkmaya çalışıyorum. Yanus'un beni takip edebileceği gerçeği beynimde yankılanıp duruyor. Bu yüzden sürekli arkama bakmak zorunda kalıyorum. Yine anlık dönüşlerimden bir tanesinde, biri ben anlayamadan önüme geçip ona çarptırarak beni durduruyor. Bu Mark.

Yüreğim ağzıma geldiği için elimi kalbime koyuyorum. "Tanrım Mark! Beni korkuttun."

Mark yüzüme tuhaf tuhaf bakarken onun hafif sarhoş olduğunu fark ediyorum. "Nereye kaçıyorsun?" diye soruyor sırıtarak.

"Kaçmıyorum. Sadece tuvaleti arıyordum." diye yalan söylüyorum ve tekrar arkamı kontrol ediyorum.

"Gel, seni tuvalete götüreyim Sasha." dediğinde göz deviriyorum. Şu an kafayı bulmuş bir liselinin yavşaklığını çekecek durumda olmadığımdan eminim. Bu yüzden onu elimle itekleyip yoluma devam ediyorum.

"Sonra Mark, sonra."

Sonunda bahçeye çıkan kapıyı bulmayı başarıyorum. Büyük camdan içeri bir göz atıyorum. Beni takip eden olmadı ve Yanus'un kafasını görebiliyorum. Derin bir oh çeksem de, hâlâ güvende olmadığım konusunda düşünmekteyim. Yapabileceğim bir şey yok. Korkuyorum. Tek başıma kalacak durumda değilim. Aksidir ki gideceğim başka bir yer de yok. Bir tek Nancy vardı, o da muhtemelen geceyi şu sarışın Amerikalıyla geçirecek.

Titremesi sonunda azalmaya başlayan elimi çantamın içine sokup biraz önce içine fırlattığım telefonumu çıkarıyorum. Gidebileceğim tek bir yer var. En azından bana zarar vermeyeceğinden yüzde seksen emin olduğum tek kişi: Profesör Evans.

Ellerim klavyede hızlı hareket ediyor. Bu sırada da arabama binmeyi başarıyorum ve şimdi anahtarı yerleştirmekle meşgulüm.

Sasha: Bay Evans

Sasha: Size bir teklifim var.

Arabamı çalıştırıp sürmeye başlıyorum. Siteden çıkarken arkamdan başka arabanın çıkıp çıkmadığını kontrol ediyorum. Peşimde şüpheli görünen kimse yok. En azından şimdilik. Terleyen avuç içimi dizlerime siliyorum. Gerginlikten kafayı yemek üzereyim.

Karanlık sokakları geçiyorum, kendi evimi solluyorum, ara caddelere giriyorum ve şu koca tırlardan iki tanesi Evanslara yakın araziye girmeye çalışırken onların etrafından dolaşıyorum. Evans'ın evini elimle koymuş gibi buluyorum. Gelmemin geçerli bir sebebi yok. Mesajımı henüz görmemiş ve muhtemelen karşısına çıktığımda şaşıracak.

Kapısına birkaç kez vuruyorum ve açması için bekliyorum. Bir dakika kadar sonra kapı açılıyor.

"Sasha?" o şaşkınlığını atamadan içeri dalıyorum. Çünkü korkuyorum ve ne yapacağımı hiç bilemiyorum.

"Lütfen, neden burada olduğumu sorgulamayın Bay Evans." ona yalvarırcasına baktığımı fark ediyorum. Gerçekten, şu kılıkla evini basıp bir de 'sorgulamayın' mı dedim yani?

"Ama benim evimdesin. Sence de bunu sorgulama hakkım yok mu?" diyerek az önce kendime sorduğum soruyu bana yöneltiyor.

Gözlerimi yere dikiyorum ve derin bir nefes alıyorum. Yalan söylemek için hazırım. Ya da doğrular aslında bunlar mı?

"Kendimi burada daha güvende hissediyorum." ona yaklaşıyorum ve ellerimi omuzlarına koyuyorum. Tenine her değdiğimde nefes alışı, kalp atışı değişiyor. Bunu hissetmek, çok güzel. Burnundan verdiği nefesleri boynuma değiyor. "Sizin yanınızda olmak... Daha huzurlu." normalden uzun olmama rağmen parmaklarımın ucunda yükselip çene kemiğini öpüyorum. Sonra çenesinin biraz altını ve boynunu...

"Saçlarını çok beğendim." kulağıma fısıldıyor. Sonra o da saçlarımı öpüyor. "Her türlü çok güzelsin Sasha." gülümsememe engel olamıyorum. Ellerimle kollarını okşuyor ve kendimi ona daha da yaklaştırıyorum.

Şu anda neden bu pozisyonda durduğumuz hakkında hiçbir fikrim yok. Biraz önce korkudan ölmek üzereyken şimdi onun kollarında nefessizlikten öleceğim. Bir anda tüm derdi, tüm tasayı unutturuyor bana. Onun hakkında düşündüğüm her şeyi istemsizce sildiriyor. Beni güldürüyor, her bir parçamın onun için yanmasına sebep oluyor. Yanlış yoldayım... Yanlış adamla, yanlış yoldayım.

Bunca düşünce ardından hâlâ kendi kontrolüm altında olmayan vücudum, onun vücuduna sürtüyor. Tenini tekrar tekrar öpüyorum. Biraz sonra dudaklarım altında irkiliyor ve zorunda olduğunu belirten bir homurdanmayla geri doğru çekiliyor.

Anlamsız bir yüz ifadesiyle ona bakıyorum. Tepkisiz bir şekilde o da bana bakıyor. Ne bir kaşı ne de gözü oynamıyor. Öylece, takılı kalmış gibi...

"Bana fazla yasaksın Rusyalı." düz bakışları gözlerim üzerindeyken bana yeniden yaklaşıyor. Belimi sertçe kavrıyor ve kendisine çekiyor. Sonra dudaklarıma şu cümleleri fısıldıyor: "Ama seni sürekli istiyorum. Ne sadece geçmişte, ne şimdi, ne de gelecekte. Seni her zaman yanımda istiyorum. Daima Rusyalı, daima..."

bu sefer heyecanlı bitiremedim pehh

umarım beğenmişsinizdirr<3

Russian || Chris Evans (BİTTİ)Where stories live. Discover now