16.Bölüm

1.5K 183 81
                                    

|Denklik

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

|Denklik

Jeongguk

"Hyung, biz geldik." Hei'nin bağırarak içeriye girmesiyle derin bir nefes verdim ve ellerimi sıkıntıyla saçlarım arasından geçirdim. Onun hakkında öğrendiğim şeylerden birisi de yeni öğrendiği şeyleri uygulamaya bayılıyordu ve eğer onu engellemeye kalkarsak o küçük kedi tırnaklarını üzerimizde, özellikle de benim üzerimde kullanmaktan hiç çekinmiyordu.

"Hei'nin neden 'Hyung' dediğini sorgulamalı mıyım?" Jimin'in üzerimdeki bakışları olumsuz bir şekilde başımı sallamamla çekilirken Jin hyung sabahın sinirini üzerinden atamamış olacak ki söze girdi. "Jeongguk'un kıskançlıklarıyla uğraşmak istiyorsan hiç çekinme." Jimin omuz silkerken daha fazla bu konuyu kurcalamadı.

Küçük odada herkes bir yerlere dağılırken her zamanki gibi Hei yanımdaki yerini almış bedenime sokulmaya çalışıyordu. Hyung'un üzerimdeki bakışlarına aldırmadan kollarımdan birisinin küçük bedene doladım ve göğsüme sinmesine izin verdim. Her ne kadar Jimin'e alışmış olsa bile bu yabancı ortamda, daha çok evin dışındaki her ortamda kendini savunmasız hissediyor ve onu korumam için bana olabildiğince çok sokuluyordu. "Sorun yok, güvendesin." Saçlarını okşarken bir yandan da rahatlayabilmesi için fısıldıyordum.

"Bizi neden çağırdın?" SeokJin hyung sessizlikten sıkılmış olmalı ki bir anda söze girdi ve cevap bekleyen bakışlarıyla Jimin'i izlemeye başladı.

"Aslında..." ellerinden birisi gömleğinin sonuna kadar iliklenmiş düğmelerinden en üsttekine giderken onu rahatsız eden bir şeyler olduğu çok belliydi ve ben sadece bu sorunun Hei hakkında olmamasını umuyordum.

"Jimin! Lafı geveleme de konuya gel." Derin bir nefesin ardından bedenini ardındaki masanın kenarına yasladı ve gözleri hepimizin üzerinde tek tek gezdikten sonra Jin de son buldu. "Hei" sessizliği daha fazla gerilmeme neden olurken göğsümde dolanan parmaklar bunu hissedenin sadece ben olmadığımı açıkça belli ediyordu. "Gguk... Kötü bir şey mi yapmışım?" kulağıma ulaşan masum sesiyle tüm gerginliğim uçup gittiğinde gülümsemeyi denedim.

"Hayır güzelim. Sen uslu bir kediciksin." Sesimi olabildiğince yumuşak çıkarmaya çalışırken biran önce onu da alıp buradan gitmek istiyordum.

"Jimin Hyung, artık anlatsan olmaz mı?" yüzündeki şaşkın ifadeyle bakarken çoktan cümleleri toparlamaya çalıştığının farkındaydım çünkü ona sadece işim düşünce veya şimdi olduğu gibi ciddi durumlarda böyle seslenirdim. "Biraz araştırma yaptım ve..." derin bir nefesin ardından masadaki dosyalardan birisine uzandı ve ağır adımlarla yaklaşıp, tam karşımızda durdu. "Kendiniz görseniz daha iyi olur." Dedikten sonra hepimizin görebileceği şekilde önümüze bıraktı.

Jin hyung hızla dosyaya uzanıp sayfaları karıştırırken yüz ifadesi daha çok meraklanmama neden oluyordu. Her çevirdiği sayfayla birlikte yeni bir ifadeye bürünüyordu ama bu açtığı beşinci sayfa ile son buldu ve şaşkın bakışları Hei de durdu. "Ama... Ama bu nasıl olur?" merakıma engel olamayarak uzanıp elindeki dosyayı kendime doğru çektim.

"Bunlar gerçek mi?" bakışlarımı bir an olsun dosyadaki fotoğraflardan ayıramazken kelimeler dudaklarım arasından dökülüverdi.

"Oldukça gerçekler." Jimin'in sesinde bizim şaşkınlığımızdan farklı olarak biraz da tedirginlik vardı. "Başka söylemediğin ne var?" Jin hyung sonunda merak ettiğimiz o soruyu sorduğunda duyacaklarımdan korkarak yutkundum.

"Kız Hei ile birebir aynı özelliklere sahip. Bir nevi görsel ikizi ama..."

"Ama ne?" korkuyordum. İlk defa duyacaklarımdan ve daha da önemlisi bunun sonucunda olacaklardan korkuyordum.

"Kızın nerede olduğunu ya da yaşayıp yaşamadığını bilen yok. Uzun zamandır kayıp ve ailesi olmadığı için arayanı da olmamış." Anlayamıyordum. Madem kız kayıptı o zaman bunun bizi ilgilendiren tarafı neydi? "Hyung biraz daha açık olur musun?" sesim korkumu açıkça belli ederken kollarımı yanımdaki bedene biraz daha sıkı sardım. Sadece birkaç gün geçmiş olmasına rağmen ona alışmıştım ve kaybetmek istemiyordum.

"Jeongguk bu... Bu fazla karmaşık bir olay ve bizim şimdilik yapabileceğimiz tek şey bu kız ortaya çıkana kadar Hei'yi onun yerine sokmak."

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Bu imkânsız." Elimdeki dosyayı masanın üzerine fırlatıp kollarım arasındaki bedenle birlikte hızla ayağa kalktım. "Biz gidiyoruz."

"Jeongguk anlamıyorsun. Burası onun için tehlikeli ve tek şansı bu." Sırtım onlara dönük öylece olduğum yerde kaldım. Belki de haklıydı. "Kabul etmek istemesen bile Jimin haklı."

"Hyung sen de mi?" sesim duygularım gibi karmakarışık bir şekilde dışa yansırken sıkıca gözlerimi yumdum ve ardından gelecek sözleri beklemeye başladım. "Buraya ait değil ve her şeyi geçtim bir kimliği bile yok Jeongguk." Omuzlarım çökerken çoktan pes etmiştim bile. Her ne kadar kabul etmek istemesem bile haklılardı.

"Peki, ne yapacağız?" Jin hyung dosyaya iliştirilmiş fotoğraflardan birisini çekip aldıktan sonra bana doğru uzattı. "Önce onun gibi görünmesini sağla. Kalanını Jimin ve ben halletmeye çalışacağız."  Başımla onları onaylayarak elini sıkıca kavradığım Hei ile kapıdan çıkarken aklıma gelen şeyle birlikte duraksadım. "Peki, bunun sonunda ne olacak?" ikisi birbirine bakarken duyacaklarımın hiç iyi şeyler olmayacağını anlamıştım.

"Eğer kız yaşıyorsa bu Hei'nin daha fazla burada kalamayacağı anlamına geliyor. Ama kızın ölmüş olması durumunda..." sustu. Her ne saklıyorsa bu bir süre devam etmesine engel oldu. "O zaman ne olur?" devam etmesi için sorumu yönelttiğimde hiç almak istemediğim bir cevapla karşılaşmıştım.

"O zaman denge sağlanmak zorunda."

"Bu da ne demek oluyor?" Jimin yüzündeki o karmaşık ifadeyle bana bakarken sakin kalmak oldukça zordu.

"Evren Jeon... Evren denklik ister."

...

Adımlarımda aynı düşüncelerim gibi karmakarışıkken nereye gittiğimizi kestirmekte zorlanıyordum. Daha bu sabah her şey mükemmeldi ve biz mutluyduk.

"Gguk onlar ne yapıyor?" Dalgın bakışlarım birkaç adım uzağımızdaki çifte kayarken bu durumu nasıl açıklamam gerektiğine emin olamıyordum. "Ben de seni öpebilir miyim?" Henüz cevabımı veremeden sorduğu soruyla birlikte irice açılan gözlerimle karşımızdaki çifte bakmaya devam ettim. "Hei... Onlar..." ne demeliydim ki?

"Öpemez miyim? Ama neden?" Derin bir iç çektim ve gülümsemeye çalışarak masum kedime döndüm. "Hei güzelim onlar sevgili yani... Birbirlerini çok seviyorlar." Devam etmeme fırsat vermeden sözümü kesmişti. "Ama ben de seni çok seviyorum." Bir süre sustu. Yavaşça çatılan kaşları bir şeyi fark etmiş gibi aynı yavaşlıkla düzeldi ve dolu gözlerine eşlik eden titrek bir sesle "Sen beni sevmiyor musun?" diye sordu.

Kalbim o an çok fazla acımıştı. Hei nasıl onu sevmediğimi düşünürdü. Kollarımı hızla öne uzatarak onu göğsüme çektim ve sıkıca sarmaladım. "Sakın..." sesim sert çıkarken onu ürkütmekten korkuyordum. "Sakın seni sevmediğimi düşünme." Sonlara doğru kısılan sesimle saçlarını okşamaya başladım. "Tamam, mı bebeğim?" ve içimden devam ettim.

'Üstelik ben seni kaybetmekten bu derece korkarken.'

Kollarım arasındaki bedeninden mutlu mırıltılar yayılırken sabah duyduğum kelimeler tekrar zihnimde yankılanmaya başladı ve ben akan yaşlarımı daha fazla tutamadım.

Apotelesma メ Jeongguk  ✓Where stories live. Discover now