36.Bölüm

926 107 13
                                    

|Kırmızı İp

‘iki insanın kaderi birbirine bağlıydı,
Kopmayacak bir iple.’

Hei

Parmaklarımı sanki bıraksam kaybolacakmışım gibi yanımdaki bedenin parmaklarına biraz daha sıkıca doladım. Tenimin onun teni üzerinde olmasından, son zamanlarda sıklıkla buluşan dudaklarımızdan oldukça mutluydum ve belli etmemeye çalışsam da onun kadar ben de korku doluydum.

Jeongguk’un kucağında ona, onunla birlikte plansızca dolaşmak istediğimi söylemem ikimiz için de bir kaçış olmuş, hızlıca hazırlanmış ve daha önce birlikteyken bulunmadığımız sokaklardan birisine girmiştik.

Jeongguk yıllardır bu çevrede yaşadığı için muhtemelen adım attığımız her yeri biliyordu ancak bunu bana hissettirmiyor ve benimle birlikte o da sanki ilk defa gelmiş gibi merakla inceliyordu.

“Aç mısın?” başımı iki yana salladım. Benim uykuculuğumdan dolayı kahvaltıyı oldukça geç bir saatte yapmıştık ve ikimizin de fazlasıyla tok olduğuna emindim.

“Ama benim kedim hafif acılı tteokbokki’ye asla hayır diyemez, değil mi?” dediğinde çevrede ve yanımızdan geçen insanların üzerinde gezinen bakışlarım duyduklarımla birlikte hızla gülümseyen Jeongguk’a ardından da biraz ilerimizde yaşlı bir çifte ait olan tezgâha çevrilmişti. Tteokbokki adını duymam bile ağzımın sulanmasına yeterken hevesle başımı salladım. Ne kadar tok olursam olayım acılı tteokbokki’ye asla hayır diyemiyordum ve Jeongguk bunu o kadar iyi biliyordu ki.

“Jeongguk...” diye mırıldandım. “Kocaman bir paket alalım.” Sonra durmuş “Hayır, iki paket alalım.” demiştim. Sonra büzdüğüm dudaklarımla “Ama biraz acılı olsun.” Diye de devam etmiştim. Ne zaman acılı şeyler yesem tüm gece midemin ağrısından uyuyamıyorum üstelik Jeongguk da benimle birlikte uykusuz kalıyordu.

“Benim minik kedim nasıl isterse.” Dudakları saçlarım arasına tatlı bir öpücük bırakmış, sıkıca kavradığı elimle sadece birkaç metre ilerimizdeki tezgaha doğru ilerlememizi sağlamıştı.

“Merhaba, üç büyük boy tteokbokki alabilir miyim?” ardından özellikle az acılı olanlardan istediğimizi belirtmiş ve beklemeye koyulmuştuk.

...

“ Imm, bunlar bir harika Gguk.” Çubuğumun ucuna batırdığım son pirinç kekini de ağzıma attıktan sonra yanımdaki bedene döndüm. Ben aldığımız iki paketi de bitirmişken o henüz yarısını bitirebilmişti.

“Beğenmedin mi?” kaşlarımı çattım ve kendi kendime mırıldandım. “Oysaki aroması, çok güzeldi.” Üzerimdeki bakışları aynı yoğunluğunu korurken yüzündeki gülümsemenin ardındaki hüzne şahit olmak kalbimi acıtmıştı. Ne kadar iyi gibi davransa da sabah yaşananlar ve aklında dolanmaya devam eden düşünceler hala onu korkutuyordu.

“Jeongguk.” Diye mırıldandım. Ona normalde adıyla hitap etmezdim ancak söylemese bile bunun onu rahatlattığını hatta içten içe Profesör ile aralarındaki bariz farkı ortaya koyduğu için mutlu ettiğini biliyordum. Bu yüzden sıklıkla ismini kullanmaya çalışıyordum. Benim için Profesör Jeon’un bir yanılsaması değil tatlı Gguk’um olduğunu anlamlıydı.

“Onu bitirdiğinde şuradaki dükkana girelim.” Parmağımla işaret ettiğim yere bakmış, sonraysa ufak bir baş sallaması ile onaylamıştı.

“Bitirmeme yardım et. Bu güzel pirinç kekleri için fazla tokum.” Onun da benim gibi tok olsa dahi hayır diyemeyeceğini bilsem de uzatmamış ve elimdeki çubuğu yumuşak pirinç keklerinden birisine saplamıştım.

Apotelesma メ Jeongguk  ✓Where stories live. Discover now