XXIV

4.9K 310 65
                                    

Mercan Belçin

Canan Teyzem'in yemeklerine bayılmama rağmen zorla ağzıma verdiklerinin dışında hiçbir şey yiyememiştim. Aklım Barlas'taydı. Bu akşam onu bırakabilecek miydim hala emin değildim. Hala ona mesaj atmak istiyordum, hala onu görmeyi deli gibi istiyordum, hala fazla bencildim.

"Biz çıkıyoruz anne!" diye bağıran Gizem'e 'sen de mi geliyorsun' demek için döndüğümde onun çoktan hazırlanmış olduğunu gördüm. Aynanın karşısında kendine bakarken Canan teyze de gelip kafasına beresini geçiriverdi. "Anne ya saçımı bozdun!" diye çemkiren Gizem aynada kendine son bir kez bakarken elinden tutup sürüklemeye başladım. "Güzelsin güzel, hadi!" dediğimde Canan teyze arkadan bize laf yetiştirmeye devam ediyordu.
"Kendini kime beğendirecek acaba benim akılsız kızım?"

Gizem elimden kurtulup arkasını döndü ve cevabını verdi. "Akılsız kızın mühendislik okuyor farkındaysan?" Canan teyze ise hala arkadan Gizem'e burnunu bükerek bana doğru konuştu. "Sen sahip çık yavrum bizimkine de ..." Lafının hemen ardından gelip benim de beremi aşağı doğru çekiştirdi. "Kulakların üşür o nasıl bere takmak Mercan?"

Gizem'in oflaya puflaya beni de kendini de dışarı sürüklemesi ile evden kendimizi attıktan sonra kolumu Gizem'in omzuna attım. "Sana sahip olmam istendi acaba Caner'le görüşmene izin vermesem mi?" dediğimde elimi sertçe ittirdi. "Ha ha senden izin aldım ya ben de sanki?" diyerek elini salladığında aniden durup arkamızda kalan evlerini işaret ettim.

"Şimdi gidip anlatabilirim Canan Teyze'ciğime her şeyi... Hatta ilk senin açıldığını falan-" dediğimde omzumdan sertçe dürttü. "Ya deme şöyle utanıyorum zaten."

Gizem'le durağa kadar gülüşerek gittikten sonra yeniden düşüncelerimle tek başıma kaldım. Kulaklığımı takıp gidene kadar Gizem'e yaslanıp gözlerimi kapattım. Yorulmuştum ve daha büyük bir savaşa gidiyordum şu anda.

İndiğimizde hava iyice kararmıştı. Caddenin sonunda görünen Caner'in kafesinin önü ise yine cıvıl cıvıldı. Bugün hava daha bir soğuktu sanki, ya da ben üşüyordum. Gizem'in koluna girip ona biraz daha sokuldum. Kafeye yaklaştığımızda ise ayrılmadan önce bana son kez dönüp öğütlerini sıraladı. "Barlas'ı bırakmak zorunda değilsin Mercan içinden ne gelirse onu yap tamam mı? Çıkışta yine buralarda buluşalım bir de ağrın falan olursa bak aynı yerdeyiz hemen çağır tamam mı?"

"Tamam Gizem kırk kez söyledin, tamam!" dediğimde bana güç vermek istercesine sarıldı. Sonra ilerimizde bekleyen kafeye girip adımlarını hızlandırdı. Ben de biraz daha bekleyip arkasından kafeye girdim. Bu kez çok arka masalara geçmedim, cam kenarı bir yere oturup beklemeye ve etrafa bakınmaya başladım. Gizem de bir ara Caner'le görünse de sonradan ortadan kaybolmuştu.

Telefonumu çıkarıp Barlas'la olan konuşmalarımızın en başına gittim. Onun doğum günü olan geceye, yalnız olmasına dayanamadığım ve ona mesaj attığım ilk geceye, kendi kendime ilk kurşunu attığım ilk geceye...

Ve hemen ardından onun engeli kaldırdığı gün geliyordu. Onun da kendi kendini cehenneme attığı o gün. Ve benim yine hiç düşünmeden mesajına cevap verdiğim ikinci bir hatayı yaptığım o gün.

Mesajlarımızı tekrar okurken duygulanamıyordum bile çünkü sürekli gülüyordum. Ama sahneden duyduğum ses ile başımı telefondan kaldırdım ve gülümsemem yarım kaldı. Barlas'ım sahnesine çıkmış, yerine oturmuş her zamanki gibi göz ucuyla insanları süzüyordu. Ya da bir umut beni arıyordu...

Ama ister sarı saçtan arasın ister siyahtan bu kez kızıldı peruğum. Zaten onlara tek teşekkürüm belki de bu olabilirdi. Sürekli farklı peruklarla gezip dikkatini çekmemiştim. Ne parkta ne kafede...

Hüzün Kovan KuşWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu