LX

2.2K 185 124
                                    

Medya: Mercan

Mercan Belçin

Neredeyse hastanede olduğumu bile unutacak kadar hızlı geçiyordu günler. Barlas okulu dışında beni hiç yalnız bırakmıyor hatta çoğu zaman dersleri asmayı teklif ettiğinden benim zorumla okula gidiyordu.

Gizem de beni hiç yalnız bırakmamaya çalışıyor, yanımda değilse bile telefonla sürekli kontrol ediyordu.

Çınar'ın da pek bir farkı yoktu. Okuldan sonra eve değil hastaneye gelmeye hepsi alışmıştı. Hatta Caner ve Akasya da buna dahildi. Günün belli bir saati muhakkak benim odamda toplanmış oluyorduk.

Annem doğum günümden bir gün sonra gitmişti. Ama o bir gün gelmesi bile beni daha önceki ziyaretlerinden daha çok etkilemişti. Çünkü bu kez daha yeni gitmiş olmasına rağmen sırf doğum günüm için gelmişti.

Yıllar sonra doğum günümde yanımda olmuştu. Özel bir günde benimle olmuştu.

Babam ve halam daha çok akşamları yanımda oluyorlardı. Bazı akşamlar Gizem de benimle kalıyordu. Böylece onlar da biraz dinlenmiş oluyordu. Her ne kadar gece burada kalmalarına ihtiyacım olmadığını söylesem de onları ikna edememiştim.

Aslında her ne kadar gidin desem de onlar gidince her şeyin daha kötü olacağını ben de biliyordum. Kendimi yalnız hissedecektim, düşünmekten uyuyamayacaktım, kendimi yiyip bitirecektim. Alışamadığım hastane odam bana daha da yabancı gelecekti.

Sırf bu odaya alışabilmem, evim gibi hissedebilmem için yapmadığımız kalmamıştı. Duvarda doğum günümde hediye ettikleri bir köşesi bir köşesini tutmayan ama benim için en anlamlı tablo asılıydı. Koltukta evdeki desenli yastıklarım vardı. Komodinime pembe çalar saatimi ve babamla olan bir resmimi koymuştum. Odama tuval bile getirmiştik. Gün içinde sıkıldıkça resim yapabilirdim. Ama yapmıyordum.

Ne aklıma eskisi kadar rengarenk fikirler geliyordu ne de başladığım bir resmi bitirebiliyordum. Günlerdir yapmaya uğraştığım resmimi her seferinde beş dakika bile uğraşamadan sıkılıp bıraktığımdan daha yarılanmamıştı bile.

Aysel teyzenin getirdiği kitaplar yalnız kaldığım nadir anlarda işimi görüyor düşünmemi ve kendi kendimi bunaltmamı engelliyorlardı.

Sabah erken bir saatte kemoterapim olduğundan erken kalkmış, o saatten beri getirdiği bir kitabı elimden hiç düşürmeden okuyup bitirmiştim bile.

Yatağımdan aşağı yavaşça ayaklarımı sallandırıp pembe pufidik terliklerimi giyip ayaklandım. Üzerime de lila renk polar sabahlığımı giyip tuvalimin başına geçtim. Eylülün de sonuna yaklaşıyorduk. Sonbaharı zaten oldum olası sevmeyen ben bu mevsime girmekten iyice ürküyordum.

Sanki yaz gelice canlanan bedenim sonbaharla solmuş, tıpkı ağaçlardan kuruyup dökülen yapraklar gibi kurumuştu. Ölümüm yaklaşıyor muydu? Son yazım mıydı geride bıraktığım? Son doğum günüm müydü kutladığım? Yoksa benim evhamlarım mıydı tüm bunlar?

Artan ağrılarım, yaralarım, vücudumu sarmakta olan morluklar, yatağımdan pencerenin önüne kadar yürümeye zor yeten enerjim... Bunlar normal miydi?

Yoksa vücudum alışıyor muydu yavaş yavaş bu düşünceye?

Doğru dürüst yemek yiyemez olmuştum. Yediğim her lokmayı geri tükürmek istiyordum, boğazımdan geçmiyorlardı. Tatları hastanede olduğumuzdan mıdır bilmem çok kötüydü. En sevdiğim yemeklerin bile tadı iğrenç geliyordu. Serumlarla beslenir olmuştum. İçtiğim su bile acı geliyordu.

Hüzün Kovan KuşWhere stories live. Discover now