LVII

2.3K 211 79
                                    

Medya: Mercan

Satır araları yorum yapın, oy verin kuşlarım hadi bakalım çok tatlı bir bölüm oldu çünkü. Baştan beri yazmak istediğim bir sahneydi.

Keyifli okumalar...

Mercan Belçin

Kelebek ömrüm gözlerimin önündeydi sanki.

Mutlu bir çocuktum. Şarkılar söyleyip dans etmekten başka bir şeye kafa yormazdım. Büyüklerin sahip olmak istediği örnek evlat, küçüklerin sahip olmak istediği örnek arkadaştım. Kimseye kötü bir şey söylemez, onların papatyaları kadar masum olmak isterdim. Her şeye ağlar, küçük bir kedinin yaralanmasını dahi kendime dert ederdim.

Okula başlayınca da bu neşeli, hayat dolu hallerim devam etmişti. Okuldaki tüm etkinliklere katılıyor, insanların yüzlerindeki gülümseme sebebi olmaktan gurur duyuyordum.

Ta ki evimizde şiddetli kavgalar patlak verinceye dek... O kavgalardan en çok etkilenen, bendim. Annemin bencil yapısı bunları göz ardında bırakmaya razı olsa da babam o naif, duygusal halleriyle o zaman bile gelip kulaklarımı tıkar; annemin hakaret dolu cümlelerini sineye çekerdi.

Babamın gözlerindeki gözyaşını görmekten, kalbimde hiç iyileşmeyecek bir yara açılmıştı. Babamı hiç üzmemek, onu hiç ağlatmamak hayat misyonlarımdan biri haline gelmişti bunun yüzünden.

Özellikle de annem bizi terk edince.

Geçmişe şimdi dönüp bakıyordum da, hayatımdaki dönüm noktalarından biri buydu. Hayat dolu, sevecen kızın kendi kabuğuna çekilmesine, insanların şirret yanlarını gölgesinde barındırmak istememesine sebep olmuştu. Hayatımdaki herkesi de kendi himayemde tutmaya çalışmaya başlamıştım bununla. Babamı pamuklara sarmalamaya çalışmıştım, sırf dışarda yemek yiyip de eve geç gelmesin diye yemek yapmayı öğrenmiştim. Gizem'i yanımda tutmaya çabalamıştım, başka kimseyle arkadaş olmasın diye tüm vaktimi ona ayırmaya başlamıştım. Öğretmenlerimi bile kaybetmemek için derslerimi çok önemsemeye başlamıştım.

Hayatım bu kadardı işte. Küçücük dünyam, azıcık insanla sınırlıydı.

Sonrasında annemin de evlenmesiyle bu küçücük dünyamdaki azıcık kişiden belki de en önemlisi gözlerimin önünde avuçlarımdan kayıp gitmişti. Annemin düğünü hatırlıyorum da; Almanya'nın ücra bir köşesinde, tek başıma, küçücük halimle saatlerce ağlamıştım.

Ve tek bir kimse dahi yanıma gelmemişti.

Kanadı kırık kollarımı kendime sarıp kendi kendimi teselli etmeye çalışmıştım.

Türkiye'ye döndüğümde ise bu paramparça halimi yine sırf babamı üzmemek için derimin altına gizlemiştim. Yıllardan beridir de o kırık ruhum canımı yakıyordu. Unutamadığım duyulmayan hıçkırıklarım, boğazımı delip geçmeye devam ediyordu. Söylenmemiş sözlerim ise zihnimde dönüp duruyordu.

Hayatımda herkesi kaybetmeye alışmıştım. Küçücük yaşlarımda kaybettiğim teyzem, sonrasında bizi kendi isteğiyle terk eden annem... Hayat en acımasız yollarıyla, en sevdiğim kişileri elimden almıştı.

Fakat lisenin başına geldiğimde bunları unutmuş bile sayılabilirdim. Annem yeni çocuğuyla ilgilenirken hayatındaki kişileri kaybetmeye alışmış Mercan o bebeği de hayatına almamıştı. Üvey babasını almadığı gibi...

Hatta lisede yeni arkadaşlar almadığı gibi...

Ama dediğim gibi cam kırıklarımı neredeyse unutmuştum. Eski neşeli hallerime dönemesem bile yüzümde beliren tebessümleri görebiliyordum. Babamın yüzünü de güldürebiliyordum. Gizem de yanımdaydı. Derslerim iyidi. Geleceğim parlak gözüküyordu.

Hüzün Kovan KuşWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu