11

895 106 102
                                    

Asya Esendemir.

"Artık çıkabilirsin." diyen polise kaşlarımı çatarak baktım. Bulunduğum hücrenin demir kapısının kilidini açıp telefonumu ve cüzdanımı uzattı.

Saatlerdir bu hücrede öylece duruyordum. Nasıl oluyordu da bir anda çıkmama izin veriliyordu? "Neden?" diye sordum yerimden kalkıp telefonumu ve cüzdanımı alıp yürümeye başlarken.

"Baban her şeyi halletti. Dört kızı hastanelik ettiğin için neredeyse sevinecek gibiydi." diye açıkladığında başımı olumlu anlamda salladım. "Ben seni çıkarmak için buraya gelirken o çıkışa yürüyordu. Heralde seni bekliyordur."

Babam beni beklemezdi. Hızlı adımlarla çıkışa ilerledim babamı yakalayabilmek için. Arabasına binmesine on adım kala onu gördüğümde neredeyse koşuyor gibiydim. Babamın tam yanına geldiğimde derin bir nefes aldım. "Sağ ol."

"Kızları iyi haşat etmişsin. Beğenmeseydim seni oradan çıkartmazdım." Arabasının kapısı açıp düz bir bakış attı binmeden önce. "On sekiz olduğunda uğraşmayacağım."

Başımı anladığımı belirtircesine aşağı yukarı salladığımda yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. "Ne zaman on sekiz oluyorsun?"

Doğum günümü bilmiyordum. Hızlıca cüzdandan kimliğimi çıkarıp doğum tarihime baktım. "İki ay sonra." diye açıkladığımda başını sallayıp arabasına bindi.

"Az kalmış." sözlerinin hemen ardından motoru çalıştırıp gaza bastı ve gitti. Derin bir nefes alıp eve doğru yürümeye başladım.

Bu saatte o parmaklıkların arasından çıkarılmak hoş değildi. En azından geceyi geçirmeyi ve eve gitmemeyi ummuştum. Telefonumun saatine göre saat sabahın üçüydü. Evimizin bulunduğu mahalleyi düşünecek olursam gittiğim sokaklar fazlasıyla ıssız olacaktı.

Her zaman ki umursamaz halime dönmem kısa sürmedi. Güçlüydüm ve en azından bunun farkındaydım. Birkaç sarhoş ile karşılaşırsam baş edebilirdim. Öyle umuyordum.

Sorunsuz olarak apartmana ulaştığımda tanrının yüzüme güldüğünü düşünerek merdivenleri yavaşça çıkıp kapıyı açtım. Yanıldım.

Tanrı yüzüme falan gülmüyordu.

Yüzüme doğru gelen porselen tabağı fark ettiğimde refleks olarak kollarımı önüme siper ettim. Büyük darbeden korunsamda kollarım kesilmiş ve şakağıma birkaç parça denk gelmişti. Üzerimde siyah kazak olduğu için kendimi biraz olsun tebrik ederek annemin bir şeyler fırlattığı görüş açısından çıkıp banyoya ilerledim.

Sarhoş olduğu için normalden fazla olan küfürlerini duymazdan gelerek banyonun aynasına bakarak kaşıma saplanan küçük bir porselen parçasını yavaşça çıkardım. Büyük parçalar şakağımı kesip düşmüş olmalıydı çünkü başka bir porselen kalıntısı görünmüyordu.

Sağ şakağımın tamamen kan olmasını ve acıyı yok saymaya çalışarak dolaptan pamuk ve tentürdiyot çıkardım. Önce yanağıma kadar inen kanı silip yarayı temizledikten sonra pamuğu ve bandı bastırdım.

"Allah belanı versin senin!" diye bağıran annemin sesini algıladığımda derin bir nefes aldım. Kollarımda ki kesikler önemsizdi bu yüzden malzemeleri toparlayıp banyo dolabına geri koyup odama yöneldim.

Odamın kapısı yerinden çıkmıştı ve üzerinde ki cam kısım kırılarak odaya saçılmıştı. Şaşırmamıştım. O kapının eninde sonunda yeri boylayacağını tahmin edebiliyordum.

"Ne yüzle geliyorsun bu eve!" annemin bağırışı uzaktan geliyordu. Sarhoş olduğu için yanıma gelmeye tenezzül etmeyerek uzaktan hakaret etmek daha kolay bir tercihti. "Yüzsüz şırfıntı!"

Kim Ölü Kim DiriWhere stories live. Discover now