35. Bölüm ~Neredesin Mükemmel Adam?~

534 26 11
                                    

Vera'ya yemeğine devam etmesini söyleyip Semih'in odasına gittim. Kapıyı çalma gereksimi duymadan içeri girdim.

İki kişilik koltukta oturuyordu. Telefonuna bakıyordu. Yanına gidip ona sarıldım. Rüzgar, ben ve kendisinin olduğu bir fotoğrafa bakıyordu. "Lal, ben Rüzgar'ı özledim." dedi Türkçe bir şekilde.

"Biliyorum... Ben de özledim. Bulacağız Onu." dedim, ona ayak uydurarak Türkçe konuşmuştum.

"Ama bu şekilde değil, seni yem olarak kullanarak değil! Onu bulduğumuzda ben ne söyleyeceğim Rüzgar'a? Seni bulmak için karını tehlikeye attım, mı?" dedi. "Rüzgar'ı da geçtim, ben kardeşimi tehlikeye atamam, anlıyor musun?" diye sordu.

"Ben de Rüzgar'sız bir ömür geçiremem, anlıyor musun Semih?" dedim.

"Her zaman başka bir yol vardır." dedi.

"Bu üçüncü ve son şıkkımız zaten, ateşe atlamak." dedim.

"Lal bak sana bir şey olursa-" demesiyle sözünü kestim.

"Bana bir şey olmayacak. Unuttun mu, kötüye bir şey olmaz. Hem Rüzgar'ı bulmadan ölmeye niyetim yok." dedim gülerek.

"Sana bir şey olursa hiç düşünmeden öldürürüm kendimi!" dedi tehditkar bir tonlamayla.

"Bana bir şey olursa Vera'ya bakacaksın, onun bizden başka kimsesi yok, unuttun mu?" diye sordum. Eğer bir gün ölürsem, gözüm arkada kalmayacaktı. Çünkü kızımın, yakında bulacağım mükemmel bir babası ve ona benden daha iyi bakan bir dayısı vardı.

"Sen, Vera'ya kendin bakacaksın!" dedi. Sonra saçlarımı sanki küçük bir çocukmuşum gibi karıştırıp ayağa kalktı.

"Morris!" diye bağırdım. Kahkaha attı.

"Viski mi, votka mı?" diye sordu İngilizce bir şekilde. Cevabını bildiği bir soruyu neden soruyordu ki?

"Tabii ki viski!" dedim aynı o gibi İngilizce konuşarak. Dolaptan bir viski şişesi ve iki kadeh çıkarıp doldurdu. Kadehlerin birini bana verip yanıma oturdu.

"Monica, sen benim kardeşimsin ve kardeşimin başına bir şey gelirse," demesiyle konuşmasına izin vermedim.

"Merak etme, kardeşini sen eğittin!" dedim. Bir buçuk yıldır, yani Fransa'ya taşındığımızdan beri savunma dersleri vermişti bana. Telefonunun çalmasıyla masadaki telefonu eline aldı. Baktıktan sonra ekranı bana döndürdü. Ekranda 'Bora Yılmaz' yazıyordu. Gerçekten yılmıyor!..

Telefonu açıp kulağına götürdü. "Ne var Bora?" dedi bıkkınca. Bir süre bekledikten sonra telefonu bana uzattı, tabii ki benimle konuşmak için aramıştı!

Telefonu kulağıma tuttum. "Ne var Bora?" dedim aynı Morris gibi bıkkınlıkla.

"Nasılsın Lal?" diye sordu.

"Sadede gel Bora!" dedim.

"Biz Rüzgar'ın mezarını kazdırdık, boş çıktı." dedi. Rüzgar'ın ölmediğine emin olduğumdan mezarı kazdırma gereksimini hiçbir zaman duymamıştım.

"Eee?" dedim. Bunlar bildiğim şeylerdi zaten.

"O zaman bu neden aklımıza gelmemişti bilmiyorum," dedi ve derin bir nefes aldı. "ben özür dilerim, yani biz, hepimiz senden özür dileriz." dedi.

"Ne için özür dilersiniz? Bana inanmadığınız için mi? Yoksa delirdiğimi söylediğiniz için mi? Yoksa söylemekle de kalmayıp beni tımarhaneye yatırdığınız için mi? Hangisi için? Beni yalnız bıraktığınız için mi? Ne için Bora?!" diye bağırdım.

Yenge Where stories live. Discover now