0.3 | hastanın itirafı

2.7K 227 85
                                    

Kemikli parmakları arasında tuttuğu romanın aynı sayfasını neredeyse yedinci kez yeniden, en baştan okumaya başlayan oğlan; sırtını yasladığı yastık dizisinin verdiği rahatlık dolayısıyla üzerine çöken mayışmışlık hissinden sıyrılmaya çalıştı. En sonunda, sabrı tükenmişçesine iç geçirerek kitabı yatağın kenarındaki komodine bıraktı.

Bu hana geldiğinde, odalardan birine yerleşmek veyahut konaklamak aklının ucundan geçmemişti; yemek yemeyi bile planlamamıştı aslında. Ancak hanın sahibi olan Bayan Divesty onun hasta olduğunu anlayıp da bakımını üstlenince kendini hanın en konforlu odalarından birinde, yatakta uzanırken bulmuştu. Tüm günü burada geçirmiş, akşamı etmişti fakat itirazlarına rağmen hâlâ gitmesine izin vermiyordu Bayan Divesty.

Bıraksa, Sirius isteksizce de olsa karargâha döner ve bir iksir alarak hemen iyileşiverirdi. Eskisinden sağlam olacağına şüphesi yoktu, hatta. Ancak kadına bunu açıklayamazdı ve son derece anaç bir kadındı Bayan Divesty, yemeğine iltifat eden bu tatlı oğlanı dışarıdaki soğuk havaya rağmen gönderemezdi. Kendini çoktan kaptırmış ve sıcak çorba kaynatmaya koyulmuştu bile.

Kapısı hafifçe tıklatıldı ve kapının tokmağını ağır ağır çeviren biri, içeriye adımladı.

Fırtına grisi gözler, kapıdan tarafa çevrildi. Alyss'in ta kendisiydi bu. Elinde bir yemek tepsisi taşırken üzerindeki simsiyah kıyafetleri hâlâ çıkarmamış, sadece saçını tepede dağınık bir topuz yapmıştı. Onu gördüğüne sevindiğini fark etti Sirius, biraz da şaşkınlıkla. Ancak, içten içe, zaten biliyordu yalnız kalmak istemediğini. Sirius Black yalnız kalmayı sevmezdi aslında. Yalnızlık onun en büyük kâbusu, düşünceleri de karabasanıydı. Yalnızlık, bir süre sonra insanı delirtirdi. Kendi yaşlarında biriyle zaman geçirmek, üstelik bunu yeni biriyle yapmak iyi bir fikir gibi göründü oğlana.

Alyss, gülümseyerek yatağa yaklaştı. "Nasıl hissediyorsun kendini?" Kehribar gözlerini tuttuğu tepsiden çekmemişti. Sirius, onun bunu yaptığını aynı gün içinde ikinci defa fark ediyordu. Kahveleri getirirken de irislerini koyu sıvıdan çekememişti güzel bayan. Belki de, onlara bakmadığında dökecek kadar sakardı. Bu düşünce Sirius'un dudaklarını hafifçe yukarı kıvırırken cevap vermesinin gerekliliğinin ayrımına vardı. "Daha iyiyim. Teşekkürler."

Sarışın kız ufak yatağın yanında durup, oturduğu yerde sırtını dikleştiren genç adamın kucağına bıraktı tepsiyi. Eğilirken tepsiye odaklanmış, onu devirmemeye konsantre olmuştu ve bu yüzden Sirius'a ne denli yakın durduğunun farkında değildi. Oğlanın burnuna yine o tüyleri diken diken eden yasemin kokusu dolarken bu defa, yasemine karışmış hafif ardıç kokusunu da aldı. Tepsiyi bıraktıktan sonra geri çekilen Alyss, dolgun dudaklarını bir tebessümle iki yana germişti. "Afiyet olsun."

"Sağ ol." dedi ve ellerini saçlarının arasından geçirerek sırıttı Sirius. Saçmaydı belki ancak yıllardır konuştuğu herkesle hafifçe flört ettiğinden, sesindeki o tını varlığını koruyordu. Hâlbuki, her nasılsa, bu Alyss'e hiç etki etmiyordu. Alyss bir kez daha gülümseyip kapıya doğru yönelirken yalnız kalmayı istemediğini bir kez daha fark etti, oğlan. Birileriyle zaman geçirmek istiyordu, endişeleriyle değil. Ve bunun için, genç kadının duracağını umarak, aklına gelen ilk şeyi söyleyiverdi. "Böyle zebani gibi simsiyah giyinmeye mecbur musun?"

Alyss, olduğu yerde durdu.

İlk başta ses tonunu ayarlayamadığını ve karşı tarafın bunu hakaret olarak algılayabileceğini düşündü Sirius. Kızın kendisine bağırmaya başlamasını bekledi, ancak sessizlik uzuyor ve bir şeylerin ters gittiği gerçeği onu rahatsız ediyordu. Nefesini tuttu. Alyss'in omzuları... Sarsılıyor muydu? Bir dakika, ne?

Kıkırtı sesleri duyuldu ve kendine daha fazla engel olamayan Alyss, kahkahalara boğuldu. Bunu yapmamak için kıpkırmızı kesilmiş yüzünü, yeniden kendisine döndüğünde görebilmişti Sirius ve bu tepki karşısında nasıl bir tavır takınacağını bilemiyordu. Şimdiye dek birçok farklı tepkiye şahit olmuş lakin bu tür bir cümleye böylesine karşılık verildiğine tanık olmamıştı.

"Çok mu zebani gördün, Black?" diye sordu artık kahkahaları kıkırtılara dönmüş olan sarışın bayan. Kehribar gözlerinde çocuksu, hatta eğlenceyle pırıldayan bir şeyler vardı. Odadaki masanın önünde duran ahşap sandalyeye uzandı ve tek eliyle kaldırarak yatağın yanına koyuverdi. Sandalyeye rahatça çöktükten sonra, kaşlarını kaldırdı ve karşısındaki şaşkın ancak yakışıklı surata baktı. "Kalmasını istediğin kişilere zebani demek, çok da iyi bir yöntem sayılmaz."

Sirius'un belirgin elmacık kemikleri, hoş bir kırmızıyla renklendi ve fırtına grisi irisleri, bu cümleden kaçınmak istercesine başka yöne çevrildi. Çekingen -ki Sirius Black çok sık çekinmezdi- bir ses tonuyla, "Çok mu belli ediyorum?" diye mırıldandı. Ardından, bunun kendisiyle olan tezatlığını fark etmiş olacak ki, yegâne sırıtışını sunup eliyle saçlarını karıştırdı. Alyss'in çehresindeki tebessüm, sanki herkesten esirgediği bir hazineymişçesine genişleyerek yüzünde parıldadı. "İçindeki zehri kusacak birilerine ihtiyacın varmış gibi duruyorsun."

Alyss haklıydı. Göz altları mor ve kırmızı halkalarla çevrelenmiş olan genç adam yakışıklılığından tek bir zerre dahi kaybetmemiş olsa da, buğday teni solmuş ve ona hastalıklı bir görüntü katmıştı. Kaygıları, dalgalarla kıyıya vuran yosunlar misali perdelemişti gri irislerini ve onu rahatlamaktan alıkoyan bir şeylerin mevcutluğu, barizdi. Kehribar gözlerini kendi üzerine dikmiş kıza birkaç saniye daha baktıktan sonra, esirgemesinin bir mana ifade etmediğine kanaat getirdi.

"Benim ailem, dostlarımdan ibaret Divesty. Onlardan başka kimsem yok, herkesi kaybettim. Ve şimdi onlar uzakta, güvendeler mi değiller mi bunu bile bilmiyorum. Onlara bir şey olması korkusu beni yiyip bitiriyor. Ben, koskoca Sirius Black, deli gibi korkuyorum. Uzun zamandır haber alamıyorum."

Dahası olduğunu söyleyen fırtınalı irislerine rağmen ağzını kapattı ve dudaklarını birbirlerine bastırdı Sirius. Ancak Alyss Divesty zeki bir kızdı ve daha fazlası olduğunu sezmişti.Oğlanın her şeyi tam gerçekliğiyle anlatmamasını anlayabiliyordu. Elbette ki bir yabancıya her şeyi tüm detaylarıyla, gerçekleriyle anlatmasını beklemezdi karşısında duran adamın. Kendisi de böyle bir şeye kalkışacak biri değildi.

"Eh, Black, seni sahte tesellilerle avutmayacağım." diyerek sandalyeden ağır ağır kalktı ve acelesi yokmuş, saatlerce burada durabilirmiş gibi, asker pantolonunu silkeledi. Kısa bir tutam saç, bir defa daha pürüzsüz yanağından dudaklarının yanına kaydı. "İnsanların bazen, yaşamak ve güvende kalmak arasında seçim yapması gerekir. Anladığım kadarıyla dostların da yaşamayı seçmiş, neredeyse herkes gibi. Senin gibi. Eminim ki onlara hayatını emanet ederdin. Bu yüzden, kendi hayatları söz konusu olduğunda da onlara güven."

Sandalyeyi yeniden tek eliyle kapıp kaldırarak, masanın önüne bıraktı. Yüzünde destek verici, aynı büyükannesi gibi şefkatli bir ifade vardı ve Sirius onun kehribar gözlerinde bu ifadenin daha büyük yansımalarını görebiliyordu. Ancak bu gözlerde niçin, az da olsa acı bulunduğunu anlayamamıştı. "Tanıdığım bir adam, bedenden önce ruhun hastalandığını söylerdi. Yani, anlayacağın, eğer endişelerinden sıyrılmazsan bedenen de iyileşemeyeceksin. Bu durumda da, bu köhne handan ve bizden asla kurtulamayacaksın." Tümcelerinin şaka olduğunu gösterircesine sırıttı ve işaret parmağıyla, oğlanın kucağına yerleştirdiği tepsiyi işaret etti. "Şimdi soğumadan iç o çorbayı."

Bu anaç tavırlar karşısında ürperdi Sirius. Suçluluk bedenini titretiyordu. Karşısındaki genç kız, adamın onun özelini karıştırdığını bilmeyerek, masum duygularla onunla ilgileniyor ve onu umursuyordu. Fakat Sirius yaptığı iğrenç davranışa rağmen hâlâ ilgi karşısında şımarıyordu. Dudağını çiğnedi. Şimdi Alyss'in kâğıtlarını okuduğu için daha berbat hissediyordu kendini. Ve Sirius Black, suçluluk duygusuna tahammül edemezdi.

"Yazdıklarının bir kısmını okudum."

𝐒𝐖𝐄𝐀𝐓𝐄𝐑 𝐖𝐄𝐀𝐓𝐇𝐄𝐑, 𝘴. 𝘣𝘭𝘢𝘤𝘬Where stories live. Discover now