2.4 | yapbozun parçaları

974 124 19
                                    

Sirius gözlerini koltukların önündeki şömineden çekmeden, basamakların yukarısından gelen fısıltıları dinledi.

Saatler olmuştu. Alyss'in krizlerinden bir başkası sonlandığında, Lily onu Sirius'un kollarından çekip almış ve karargâha Cisimlenmişti. Sirius, o zamandan beri bir daha görememişti Alyss'i. Sahi, görse bile ne yapabilirdi pek fikri yoktu. Suçluluk tüm bedenini kavuruyor, soğuk bir el kalbini sıkıp sıkıp bırakıyordu. Her şeyi nasıl açıklayacaktı, kendini nasıl affettirecekti hiç bilmiyordu. Hiçbir zaman, Black evinden kaçarken bile kendini bu denli çaresiz hissetmemişti. Zira o zaman, sığınabileceği bir kardeşi vardı.

Ya şimdi? Şimdi neye sığınacaktı? Kendini haklı çıkartacak, suçluluğunu dindirecek, vicdan azabını susturacak neyi vardı? Hiçbir şeyi. Alyss'e aylardır söylediği yalan için kendini savunamazdı, çünkü haklı değildi. Hiç olmamıştı. Onunla geçirdiği güzel zamanlara aldanmış ve her şeyin sonsuza dek böyle güzel, huzurlu kalacağını sanmıştı. Hatalıydı, hem de çok.

Hâlbuki, tüm bunlara rağmen, Alyss'i görmek istiyordu. Ne zaman kızın hazine gibi gelen gülüşüne ve gözlerindeki pırıltılara bu denli bağımlı olmuştu bilmiyordu. Yüzü karardı ve parmakları arasında tuttuğu bardaktaki kızıl kahverengi sıvıdan bir yudum aldı. Gözleri önünde yanan şöminenin çıtırtıları, ona yanan hanı hatırlatıyor fakat bunu bile bile söndürmeye yeltenmiyordu. İzlerken canı yanıyordu ve bunu hak ediyordu.

Aklına Regulus geldi bir kez daha. Geçtiği aylarda, Regulus ile karşılaştığı ilk görev kadar haşin görevlere bir daha çıkmamış ve dolayısıyla kardeşiyle de bir daha karşılaşmamıştı. Şimdi, bunun için biraz üzüldüğünü şaşkınlıkla fark ediyordu. İçinde titreşen soluk bir umut ışığı vardı hâlâ ve bu ona o kadar saçma geliyordu ki! Belki de bu umut ışığının sebebi, Alyss'in büyükannesinin aksine Regulus'un yaşıyor olmasıydı. Henüz yaşarken değerini bilmeliydi belki de Sirius.

Boğaz temizlenmesi sesi ile acele etmeden oturduğu koltuktan kalktı ve başını basamaklardan yana çevirdi.

Lily, elini Alyss'in omzuna koymuş onu yönlendiriyordu. Arkalarından onlara eşlik eden James çıkarmıştı boğaz temizleme sesini. Ela gözlerindeki pırıltılar, Sirius'un parmakları arasındaki bardağı gördüğünde sertleşmiş ve çenesi kasılmıştı. Âdeta kardeşini bir hata yapmaması için uyarıyor, kendisine gelmesini salık veriyordu bakışlarıyla. Ancak Sirius, buna aldırmayarak sevgilisini -hâlâ sevgili olduklarından şüpheliydi gerçi- inceledi.

Alyss de aynı şeyi yapıyordu. Soluk kehribar gözleri, Sirius'un üzerinde geziyordu. Oğlan belki bunun farkında değildi ancak hiç iyi durumda görünmüyordu. Koyulaşmış gri gözlerindeki parlaklıktan, az buçuk esrikleştiği belli oluyordu. Ten rengi, Alyss'inkinin aksine solgunlaşmamış fakat gölgelenmişti. Yakışıklı yüzündeki karanlık ifade ve gözlerinin çevresindeki halkaların yalnızca birkaç saat içerisinde oluştuğuna inanmak ne güçtü! Şimdi yakası kaymış, buruşuk gömleği; karışık, koyu saçları ve baygın bakışlarıyla harap olmuş gibiydi.

"Eğer..." diyen Alyss, sesinin beklediğinden yüksek ve ince çıkmasıyla kan lekeli dudaklarını ıslatıp yeniden denedi. Tüm yaşadıklarına rağmen çenesi dik, kızarık gözleri kararlıydı ve eğer bilinci tam olarak yerinde olsaydı, kendini bir anda bu kadar toplamış olmasına bin defa hayran olabilirdi Sirius. "Eğer müsaade ederseniz, Sirius ile konuşmak istiyorum. Yalnız."

Lily ile James'in şaşkın bakışları birbirlerini buldu. Alyss'in; Sirius'un yüzünü dahi görmek istemeyeceğini, bağırıp çağıracağını veyahut onu görmezden geleceğini sanmışlardı. Ancak kız, tüm bu tahminlerle hiç uyuşmayan bir şey yaparak onunla konuşmayı talep ediyordu. Doğrusu, James'in aklından onun Sirius'u yalnızken öldürmeye kalkma ihtimali birkaç saliseliğine de olsa geçti. Lily hâlâ şaşkındı. Alyss'i hiç tanımamış olduklarını, onun diğer kadınlara hiç mi hiç benzemediğini henüz fark edebiliyordu.

"T-tabii, neden olmasın?" diye geveledi şaşkınlığını gizlemeye çalışarak. Eşini kolundan yakaladı ve merdivenlere doğru çekiştirdi. O bunu yaparken James, Sirius'a elindeki bardağı bırakmasını ve bir hata yapmamasını öğütlemeye çalışıyordu gözleriyle. Zira oğlanın şuuru tam olarak yerinde değil gibiydi ve ortalık yeterince karışıkken bir yanlış anlamayı daha kaldıramazlardı. Omuz silkerek eşini takip etti ve yukarı çıktı.

Onlar gittikten sonra, kısa bir süreliğine de olsa ses çıkmamıştı. Sirius, dibini gördüğü bardaktan bir yudum daha alarak onu siyah sehpaya bıraktı. Alyss'in ışığını kaybetmiş, kehribar gözleriyse şöminede yanan ateşteydi. Kim bilir hangi taze görüntüler yeniden canlanıyordu hafızasında? En sonunda kurumuş kanla kaplı ellerini, onları kirletiyor olmasına aldırmadan dağınık saçları arasından geçirip sert bir nefes verdi ve tekrar Sirius'a baktı.

"Devlet memuru değildin yani?"

Aniden dudaklarından kaçan bu sorunun kafasından geçenlerle uzaktan yakından alakası yoktu ancak Sirius da mantıklı bir şey duymayı beklemiyor gibiydi. "Öyleydim de denebilir. Sihir Bakanlığı'nda çalışan bir seherbaz olmak adına eğitim alıyorum." Alyss'in kaşları kalktı ve dudaklarını büzerken sahte, alaycı ve sinirli bir anlayışla başını aşağı yukarı salladı. "Sihir Bakanlığı, seherbaz... Anlıyorum."

Kırdığı potun da, kızın alaycılığının da farkında değildi Sirius. Onun zannettiklerinden daha çok içmiş olabileceğini düşündü ve ona doğru bir adım attı Alyss. Saç dipleri kızarık, teni solgun, elleri kanla kaplıydı ve ses telleri geçirdiği sinir krizlerinden dolayı hâlâ sızlıyordu; buna rağmen Sirius'tan daha kendinde olduğunu şaşkınlıkla fark etti. "İlişkimiz boyunca, benim bir aptal gibi her şeyin mükemmel olduğuna inandığımı mı sandın?"

Bu soruyla irkilmişti Sirius. Dalgın bakışlarını karşısındaki sarışın kadına ve onun öz güvenle renklenmiş yanaklarına baktı. Bu bakışları özlediğini içten içe fark etmişti. Kadının tavrını gördüğünde, cevap vermemekte karar kıldı. Vereceği cevabın her şeyi batırmasından çok korkuyordu. "Yapbozun parçaları her zaman eksikti. Bir şeyler yalandı, biliyordum. Arada sırada ağzından bir şeyler kaçırıyordun. Yüce Godric de neyin nesi, Tanrı aşkına?"

Kaşlarını kaldırdı koyu saçlı adam. Puslu hafızasını zorladı fakat bir türlü o nidayı kullandığını hatırlayamıyordu. Ağzından kaçırmış olmalıydı. "Uzun hikâye." diye gevelese de, kadının ikna olmayacağını ve en azından bu kadar açıklamayı ona borçlu olduğunu fark ettiğinde, "Büyücülük eğitimi aldığım okulun dört kurucusundan biri." diye özet geçti. Alyss'in yalnızca tek bir kaşı havaya kalkmıştı. Bir adım daha yaklaştı adama.

"Her şeyi anlatman gerekecek, biliyorsun." dedi ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Sesi, uzun süre çölde susuz kalmış gibi gıcırtılıydı ancak o kadar çığlıktan sonra bu normal olmalıydı. Sirius, şaşkınlıkla kıza baktı. Cümlenin anlamını idrak etmeye çalışıyor fakat içtiği Ateşviskisi miktarı, buna müsaade etmiyordu. Zihni puslu, gözleri perdeliydi. Bu cümlenin barındırdığı manalar bakımından önemli olduğunu hissedebiliyordu ancak bir türlü sebebini çözemiyordu. Burnuna dolan ardıç ve yasemine karışmış kan esansı tüylerini diken diken etmişti.

Onun bu hâlini kavrayan Alyss, ellerini adamın ensesinde birleştirdi ve alnını onunkine dayayabilmek gayesiyle parmak uçlarına kalktı. Sirius, âdeta içgüdüleriyle ellerini sarışın kadının beline yerleştirmiş ve kokusunu içine çekmişti. Ertesi sabah baş ağrısıyla uyandığında, onun cesareti karşısında tam bir aptal gibi dikildiği için kendini çok kötü hissedecekti ancak şu anda, ihtiras ve heyecan haricinde hiçbir şey hissetmiyordu. "Bir daha sakın bana yalan söyleme."

Ve Alyss, dudaklarını adamın dudaklarına olanca gücüyle bastırdı.

𝐒𝐖𝐄𝐀𝐓𝐄𝐑 𝐖𝐄𝐀𝐓𝐇𝐄𝐑, 𝘴. 𝘣𝘭𝘢𝘤𝘬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin