1.6 | mehtap senfonisi

1K 124 37
                                    

"Sinemaya gideceğimizi sanıyordum?"

Alyss'in alaycı sesi, Sirius'un karanlık dolayısıyla güç bela görünen yüzünde zevkli bir sırıtış oluşturmuştu. "Ben de öyle." diyerek başını aşağı yukarı salladı ve hâlâ Remus'a kestiremediği için uzun olan saçları ensesini gıdıkladı. Bu sarışın kadının gözünden kaçmamış, hemen o yana davranarak saçları ensesinden çekmişti. Muhtemelen kendisine asla itiraf etmeyecek olsa da onun yumuşak dokunuşları, genç adama büyük bir mutluluk veriyordu. "Saçlarını kesmem gerekecek."

Kaşlarını kaldıran Sirius'u, lacivert gökyüzündeki şişkin ayın loş ışığı sayesinde seçebilmişti Alyss. Adam, "Sen mi keseceksin?" diye sordu inanmazlıkla. İçten içe yapabileceğine dair şüphe duymasa da, sinirlenmiş bir Alyssandra Divesty kadar haz veren çok şey yoktu Sirius için. Alyss, onun ses tonundaki o eğlenen tınıyı duymayarak kollarını göğsünde kavuşturdu. "Evet, Sirius Egolu Black. Sana iki hafta önce, amcanlardan geldiğin zaman saçlarının biraz uzadığını söylediğimde hallederim diyerek kestirip attın. Bu gidişle iş yine bana kalacak."

Sirius, buna karşı bir itirazı olmadığından sesini çıkarmadı. Kabul etmesi gerekirse, Alyss'in saçlarını kesmesi hoşuna bile giderdi. Belki bir kadının eli, imajına iyi gelirdi -- en azından Remus'tan çok daha iyi yapacağı kesindi.

Hana geldiğinde, sinemaya gitmek üzere çıkmışlardı dışarı. Hava henüz kararmamış, kızıllıklarını örtüsüne yaymıştı çıktıklarında ancak çok geçmeden kendilerini eksik bir ay ışığının altında, sahil kenarında oturup bacaklarını sarkıtırken bulmuşlardı. Yıldızlar âdeta onları huzurlarına çağırıyor ve silik ışıltılarıyla sessiz bir senfoniyi şenlendiriyorlardı, ikili hayır diyememişti böyle füsunlu bir tabloya.

"Keşke dolunay olsaydı." dedi Alyss, düşüncelerinin yoğunlaştırdığı havayı bıçak misali bölerek. Kehribar gözleri gökyüzündeki aydan bile parlaktı ve Sirius, duyduğu cümle karşısında yüzünü buruşturmamış olsaydı buna yüzüncü defa daha hayran olabilirdi. Kız, onun yüzündeki bu ifadeden habersizce tümcesine devam etti. "Sulara vuran yakamozu izlerdik. Dolunay günleri, burada hep bir başka olurlar."

Sessizlik, Alyss bundan rahatsızlık duyana ve sevgilisine bakana dek devam etti. Genç büyücü kendinde konuşma cesaretini, meraklı kehribarların ayrımına vardığında ancak bulabilmişti. Fırtına grisi gözlerinde bu defa sahiden de fırtınalar kopuyor ve içinde tuttuğu duygular her neyse, yakışıklı çehresine de yansıyordu. Canı yanıyormuş gibi bir bakıştı aslında yüzündeki.

"Dolunay göründüğü kadar güzel değildir Alyss." dedi Sirius, hiç olmadığı kadar ciddi bir ses tonuyla. Bu ses tonu onunla o kadar tezattı ki ister istemez ürpermişti Alyss. Oğlan âdeta kalın bir düşünce perdesinin ardından konuşuyordu. "Dolunay acıdır. Izdırap doludur yakamozlar. Ne çığlıklar, inlemeler barındırır kim bilir?" Ürpermişçesine, fark edilmeyecek kadar kısa süreliğine titredi ve çenesi kasıldı Sirius'un. "Hayır, dolunay olsun istemezdim. Hatta, iyi ki dolunay yok."

Sarışın kadın bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştı. Dolunay yanındaki adama acı veriyor, onu titretiyor ve ürkütücü şeyler anımsatıyordu. Çehresini gölgeleyen bu acı nedendi bilmiyordu ancak üstelemeye niyeti yoktu. Anlatmak isterse anlatırdı zaten. Anlatmadığı sürece, Alyss de ona daha fazla acı ve hatıra teşkil etmeyecekti. Cevap vermeyerek sessiz kaldı.

"Burayı seviyor musun?" Sirius'un, az da olsa eskisine dönmüş ses tonuyla sorduğu soru karşısında kaşları kalktı Alyss'in. Karanlıkta yalnızca kızın deri ceketinden yansıyan ışıkları görmüş ve onun omuz silktiğini anlayabilmişti Sirius. Alyss, bir süre düşünerek kehribar gözlerindeki hareleri denizdeki hareketlilikte gezdirdikten sonra yanıtlamak üzere dudaklarını araladı. "Elbette. Burada büyüdüm. Han burada, büyükannem burada, tüm anılarım burada. İlk gözyaşım, ilk düşüşüm, ilk gemiye binişim... Dünyalara değişmeyecek kadar bağlandım buraya."

"Peki ya, hiç başka yerde yaşamayı düşündün mü?" diye üsteledi Sirius. Onun bu meraklı tavrı Alyss'in de meraklanmasına yol açmıştı ancak yine de, bunu sorması için mantıklı bir sebep bulamıyor ve yalnızca cevaplamakla yetiniyordu. Omuz silkerek, bir dal parçasını denize fırlattı. "Kim düşünmemiştir ki? Düşündüm, hem de çok. Annem başka bir adamla Londra'ya kaçtıktan sonra oraya gitmeyi düşündüm, ne de olsa orada doğmuştum. Yabancılık çekmezdim, hem annemi bulursam belki beni geri ister sandım."

"Londra'da mı doğdun?" diye soran genç adam, onun başıyla hafifçe onaylayışını görmesinin ardından, "Peki ne oldu? Gittin mi?" diye ekledi. Alyss'in yüzünü acıklı bir ifade kaplamıştı. Anlatmak bir yana, düşünmek dahi bedenine acı dalgaları yolluyor gibiydi. Çizmelerinin ipleriyle oynayarak, bir kez daha omuz silkti. Belki de onun kendini savunma mekanizması budur, diye düşündü Sirius. 

"Gittim. Bir gece, hanın kasasından bana yeteceğini düşündüğüm kadar para alarak Londra'ya giden bir otobüse bindim. Daha on üç yaşındaydım. Annemin beni öylece bırakışını kabullenememiştim. Gittim, onu aradım, aradım ama bulamadım. Kolay mıydı sanki? Adından başka bir şey bilmediğim, soyadından bile emin olmadığım bir kadını koskoca Londra'da her gördüğüm insana eski bir fotoğrafını göstererek soruyordum. Gece çöktüğünde ne kalacak yerim vardı ne de annem yanımdaydı."

Kesik, acılı bir nefesle ciğerlerini dolduran Alyss devam etti. "Geceyi sokaklarda, yine gördüklerime annemi sorarak geçirdim. Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü kapladığında gözlerimi güç bela açık tutabiliyordum. Tüm bu psikolojik ve fiziksel çabadan sonra yorgun düşmüştüm. Büyük bir saçmalık yaptım ve otobüsün yolcuları indirdiği yere geri döndüm. Yağmur yağmaya başlamıştı, soğuktu ve üşüyordum."

"İşte o sırada buldu büyükbabam beni. Kucakladı, arabasına götürdü. Yeniden buraya gelene dek hiç konuşmadık. Kızmadı, soru sormadı, tek bir kelime bile etmedi. Gerçi, etse bile yanıt verebilir miydim bilmiyorum. Yarı uyur, yağmur yüzünden ateşim çıkmış hâlde hana vardığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Uyuduğumu sanan büyükannem beni odama götürdüğünde ve alnıma soğuk bez yerleştirdiğinde 'Annesini bulabilmiş mi?' diye sormuştu büyükbabama. 'Bilmiyorum.' dedi büyükbabam. Ama devamını getirdiğinde, kendi kızından 'Bulsa bile o annelik yapmazdı Alyssandra'ya.' diye bahsettiğinde anladım. Benim annem, yalnızca biyolojik bir anneden ibaretti. Benim hiçbir zaman gerçek bir annem olmayacaktı."

Sesi duygusuzluğun dibine vururken dudaklarının yapamadıklarını kehribar gözleri yapıyordu genç kadının. Tuzlu damlalar ardı ardına pürüzsüz yanaklarından aşağı yuvarlanır, çenesini ve boğazını yıkarken ses tonunda en ufak bir değişim yoktu. "Büyükannem ve büyükbabam ellerinden geleni yaptılar tabii, bunun için hiç şikâyetçi değilim. İyi ki hayatımdalardı ve iyi ki onlar büyüttüler beni. Ancak bazen... Ya onu bulsaydım diye düşünmüyor değilim. Bana sahip çıkar mıydı yoksa ilk seferinde de yaptığı gibi kenara mı atardı?"

"Alyss..." diyen Sirius'un sesi, bir fısıltıya dönüşerek tizleşti. Ancak Alyss, yanaklarındaki yaşlara rağmen tüm soğukkanlılığıyla gülümsüyordu. Gülümsemesindeki burukluk göz ardı edilemezdi, tabii, ancak buna rağmen çenesi dikti. Gözlerindeki harelerin cesareti hiçbir şeyde yoktu şüphesiz. "İyiyim, Sirius. Artık eskisi kadar acıtmıyor. Çok, çok eski bir yaranın ince ince sızlaması gibi; gelip geçiyor."

Gökyüzündeki tek güçlü ışık olan ayın önüne perde misali geçen bulut, bir kez daha onları ve denizdeki suyun şırıltılarını karanlıkta bıraktı.

𝐒𝐖𝐄𝐀𝐓𝐄𝐑 𝐖𝐄𝐀𝐓𝐇𝐄𝐑, 𝘴. 𝘣𝘭𝘢𝘤𝘬حيث تعيش القصص. اكتشف الآن