3.0 | davetsiz misafir

1.3K 137 62
                                    

Sıradan bir gündü Godric's Hollow'daki Potter evinde.

Saat çoktan gece yarısını geçmiş, lacivertten siyaha çalan karanlık örtü gökyüzünü sararak yeryüzünü ışıktan yoksun bırakmıştı bu Çarşamba gününde. Ancak, buna rağmen, Potter ailesinin evinin ışıkları hâlâ yanıyordu çünkü o gün, Cadılar Bayramı idi ve kutlamalar -her ne kadar biraz kapana kısılmış ve sıkıntılı olsalar da kutlama yapmaya çalışmışlardı- ancak bitmişti.

"Hey, Alyss, bugün burada kalmak ister misin?" diye sordu Lily, sesinde bariz bir umut tınısıyla. Eşi James Potter ile çok uzun zamandır evlerinden çıkmıyorlardı ve arkadaşları da eskisi kadar sık uğramıyordu, dolayısıyla onlara eşlik edecek birinin yokluğunu çok hissetmişlerdi. Alyss, yüzünün önüne gelen açık sarı saçları geriye ittirerek tebessüm etti. "Neden olmasın? Şu emektar koltuğun beni özlediğine eminim."

Alyss en başa göre çok değişmişti. Artık handa çalışan o eski Muggle değildi. Hâlâ fırsat buldukça bir şeyler yazmaya çalışıyordu fakat kendini birçok başka alanda da geliştirdiği aşikârdı. Bir sürü iksirin tarifini ezberlemiş, onlardan tonlarca üretmiş ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na stok sağlamıştı. Profesör Slughorn ile yarışacak derecede yetenekliydi de. Ayrıca, daha hazırlıklı birine dönüşmüştü. Siyah pantolonunun kemerine astığı birkaç işe yarar iksir ve büyülü hançeri hep yanındaydı.

"Harika!" diyen Lily'nin yüzü, üst kattaki bebek odasından yükselen bağırışlarla aydınlandı. Her ne kadar bir bebeğin ağlaması, mutlu olma sebebi sayılmasa da Harry epey uslu bir çocuktu ve sık sık ağlamazdı. Üstelik, kızıl saçlı kadın çocuğuyla ilgilenmekten tarifsiz bir zevk duyuyordu. "Ben Harry'e bakıp geleyim. Belli ki tam uyuyamamış."

Lily, bakır kızılı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp basamaklara yönelirken Alyss de koltukların arasındaki sehpaya yöneldi ve boş tabakları topladı. Potter ailesinin kutlaması çok geniş çaplı olamamış, diğer Çapulcular katılamamıştı maalesef. Hepsinin meşgul olduğunu biliyorlardı ancak James'le Lily, yine de çok üzülmüşlerdi. Bu nedenle onlara Alyss katılmıştı.

Bulaşıkları mutfağın lavabosuna yerleştiren Alyss; buzdolabının kapağını açmış, içerisini izleyen James'le karşılaştı. Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle -Sirius'unkine çok benzeyen bir gülümsemeydi bu- ellerini mutfak havlusuna silip duruladıktan sonra kaşlarını kaldırdı. "James?" dedi eğlenircesine. "Sanırım doymadın."

James, bunu duyduğunda kocaman açtığı ela gözlerini kıza yöneltmiş ve buzdolabı kapağını kapatmadan, başarısız yavru köpek bakışları atmaya başlamıştı. "Sadece gece acıkırım diye önceden hazırlık yapmak istedim." diye mırıldandı, bahanesinin saçma olduğunu bilerek. Alyss onun bu hareketleri karşısında kıkırdamış, gözlerini devirerek tezgâhın başka bir köşesine yönelmişti. "Neyse ki yaptığım ahududulu turtadan daha var."

"JAMES! HARRY UYUMUYOR, BATTANİYESİ AŞAĞIDA KALMIŞ! GETİRİR MİSİN?"

Gözlüklü adam için mesele oğlu olduğunda akan sular dururdu. Alyss'e turtayı birazdan yiyeceğini gösteren bir işaret yaptıktan sonra hızlı adımlarla salona koşturup Alyss'in onlara aylar önce aldığı bebek battaniyesini kapmış, hızlı adımlarla basamakları tırmanmaya başlamıştı. Oğluna duyduğu sevgiyi büyük bir hayranlıkla izliyordu Alyss. Gerçek anne ve babanın örneğine tanık olabildiği için kendini hem şanslı hem de şanssız hissediyordu. Zira, onun anne babası hiçbir zaman böyle olmamıştı.

Yukarıdaki bebek ciyaklamaları birkaç dakika öncesine göre azalırken, turtanın üzerine örttüğü havluyu kaldırdı Alyss. Tam bir bıçak alabilmek için çekmecenin kapağını açmıştı ki, tahtaya vurulmayı andıran bir ses kulağına doluştu.

Godric's Hollow'daki bu köhne evin kapısı, güçlü bir şekilde vuruluyordu.

Eli hemen kemerindeki büyülü hançere gitmiş, onu siyah kınından bir vızırtıyla çıkarırken açtığı çekmeceden de basit ancak büyük bir bıçak kapmıştı. Yüreğini soğuk bir el sımsıkı kavrarken kaşları çatıldı. Birilerini mi bekliyorlardı? İçinden bir ses, bunun doğru olmadığını söylüyordu.

"James, Lily!" diye seslendi üst kata, çatallanmış sesiyle. Adrenalin çoktan ses tellerini bile ele geçirmişti. Parmak uçları buz kesiyor, göz kapaklarının hemen üzeri aynı şakakları gibi sızlıyordu. Terlemeye başlamıştı bıçağı tutan avuç içleri. "Sakın aşağıya gelmeyin! Harry'i de alın ve gidin!"

Onun cümlesini bitirmesine kalmadan, ahşap kapı büyük bir gürültüyle içeriye doğru devrildi ve Alyss, kapının ardındaki yeşil ışığın huzmelerini yakalama fırsatı edindi. Karşısındaki manzara kanını dondurmuş, kaburgalarını kalbine saplamıştı.

Kukuletasını başını örtmek adına kullanan bir canavardı karşısındaki. Parlak, kırmızı gözleri öfke, nefret ve kinle şeytani biçimde parıldıyor; kemik şeklindeki bembeyaz asası genç kadına sırıtıyordu. Kim olduğunu düşünmesine bile gerek yoktu Alyss'in. O, Lord Voldemort'tu.

"Çekil karşımdan, aptal kız!" demesine kalmadan basit mutfak bıçağını fırlattı Alyss. Döne döne, büyük bir hız içerisinde adama doğru uçan bıçağı kolaylıkla, asasının tek bir hareketiyle savurmuştu Voldemort ancak Alyss zaten bunun bir işine yaramayacağını biliyordu. Yalnızca dostlarına zaman kazandırmaktı amacı. Voldemort, yamuk ve sarı dişlerini gösterecek şekilde çarpık bir gülümseme sundu karşısındaki Muggle'a.

"Sen bir cadı değilsin, bunu hissedebiliyorum. Kanıbozukların evinde pis bir Muggle! Yaptığın cesaret değil, seni iğrenç insan! Yaptığın, aptallığın ta kendisi!"

Haykırışını, kemiksi asanın ucundan fırlayan yoğun bir yeşil ışık takip etti ve Alyss bu büyüden korunabilmek için büyülü hançeri isabet edeceğini tahmin ettiği yere tuttu. Elleri titriyor, terli ensesine açık sarı saçları yapışıyor ve dudaklarından taşan hırıltılı nefesler buhar oluyordu. Bunun antrenmanını sık sık yapmıştı lakin bir gün sahiden de Karanlık Lord'un ta kendisi ile mücadele etmeye mecbur kalacağı, aklının ucundan dahi geçmezdi.

Büyükannesi ve büyükbabasının silik yüzleri, gözlerinin önünde canlandı. Zaman durmuştu. Büyükannesi, biraz daha dayanmasını salık veriyordu ona. Gözleri yaşlarla parladı Alyss'in. Biliyordu. Buradan canlı çıkamayacağını biliyordu ve tüm pişmanlıkları liste misali sıralanıyordu. Ancak bunun zamanı değildi. Pişmanlıkların zamanı değildi. Sirius'a veda edemediği için üzülmenin vakti hiç değildi hele.

Alyss'in koruması, zaman kazandırması gereken dostları ve bir yeğeni vardı. Güçlü olmalıydı. Birazcık, diye geçirdi içinden, birazcık daha dayanacağım büyükanne. Daha sonra, yanınıza geleceğim.

Öldüren Lanet büyülü hançerinden sekmiş fakat hançer de paramparça olarak ayaklarının dibine düşmüştü. Bunun ne tür bir büyü olduğunu anlamaya çalışan Voldemort'un alnında çirkin, çarpık çizgiler oluşmuştu. Alyss, bu birkaç saniyelik aradan yararlanarak basamakların önüne atıldı ve bedenini dar koridora siper etti. "Ben canlı olduğum sürece, buradan yukarıya adım atamayacaksın Voldemort!"

Başarısız bir çaba, yukarıdan gelen uğultuları bastırma ve yakın ölümünü geciktirme çabasıydı Alyss'inki. Eğer adamı konuşturmasını başarabilirse zaman kazanabileceğini ummuştu. Fakat Voldemort'un parlak kırmızı gözleri kirli, aşağılık bir Muggle'a daha fazla zaman tanımayacağını açık açık belli ediyordu.

"AVADA KEDAVRA!"

Açık sarı saçlı kızın bedeni basamaklara boylu boyunca devrilirken, açık kalan kehribar irislerindeki menevişler söndü. Bu soğuk, cansız evde onu takiben üç haykırış daha duyulacak ancak yalnızca ikisi daha hedefini tutturabilecekti.

Beşiğinde sessiz sessiz ağlayan küçük çocuğa yalnızca bir yara izi bırakarak kayboluverecekti bu kin dolu kırmızı gözler.

𝐒𝐖𝐄𝐀𝐓𝐄𝐑 𝐖𝐄𝐀𝐓𝐇𝐄𝐑, 𝘴. 𝘣𝘭𝘢𝘤𝘬Where stories live. Discover now