69. BÖLÜM

3.3K 297 90
                                    

Haftasonu İstanbul'a yaptığımız kısa süreli yolculuğun ardından kendi evime geçmektense aile evine geçmiştim. Saat on ikiye gelirken odama ablam gelmişti. 

"Oğuzcum." diye tatlı tatlı söylediğinde bilgisayardan izlediğim oyun videosunu durdurdum. "Canım kardeşim."

"Efendim Hilalcim?" dedim aynı 'tatlı' tavırla. Ne isteyecekti bakalım. "Söyle canım ablam."

"Gidip baklava alalım mı Apo abiden? Onlar sipariş göndermiyorlar biliyorsun."

"Bu saatte baklava ne alaka?" dedim üşenerek. "Kilo alırsın bak boş ver."

"Yarım saattir ben de aynı şeyi dedim kendime ama canım çok istedi."

"Beni uğraştırma gece gece." Elim bilgisayara uzandığında hızlıca bana sokulup gözlerimin içine baktı. Yaklaşık bir beş dakika bana yalvardıktan sonra en sonunda ikna olduğumda öyle bir sevinmişti ki ona acımıştım resmen. Üzerimize kalın bir şeyler geçirip arabaya geçtik. Baklavacıya giden yol üstünde ıslak hamburgerini uzun zamandır yemediğim büfe gözüme takılmıştı.

"Bir ıslak yemeyelim mi be?" dediğimde ablam belli ki buna dünden razıydı. Büfenin önünde durup içeri geçtik. Burası sabaha kadar açık olurdu ve müşterisi de mutlaka olurdu her saatte. Biz siparişlerimizi vermiş beklerken küçük büfenin içine kalabalık bir erkek grubunun girmesiyle gözümü onlara çevirmiştim. Tam da o anda Cüneyt'le göz göze gelmiştik. 

"Ananı sikeyim hayat." Dikmen yüksek sesle söylediğinde ona bakmıştım. Onun da gözleri benim üstümdeydi. Hemen yanındaki Ferhat'ın silüetini görüyordum ama dönüp bakmamıştım bile. En son konuşmamızın üstünden bir hafta bile geçmemişti. 

Onlar geldi diye tabii ki kalkmayacaktım. Rahatsız olan varsa hiç oturmasınlar.

Önümdeki koladan bir yudum aldıktan sonra masaya yerleşenleri camdaki yansımadan izledim birkaç saniye. İki masa arkamızdalardı. Ferhat bize arkası dönük olacak şekilde oturmuştu. Gürültülülerdi, konuşup gülüşüyorlardı.

"Ertuğrul mu almaya gelecek seni yarın?" diye sordu ablam. Bir anda niye Ertuğrul'u sormasını sebebini anlayarak kaşlarımı kaldırdım 'yapma' dercesine. Sinsi bir gülümsemeyle omuzlarını silkti. "Seni tavlamak için elinden gelen her şeyi yapıyor ya, çok şirin."

İstemsizce gülümserken buldum kendimi. Ablam az değildi. Cevap vermeden hamburgerimden ısırık aldım. "Özlemişim lan." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Ona nispet yapıyor gibi gözükmek istemiyordum. "Arada getir bana bundan. Ayda yılda bir geliyorsun zaten hayırsız." 

Karşımdaki camdaki yansımalara baktım. Ferhat'ın hemen yanındaki Dikmen onun kulağına eğilmiş bir şeyler söylüyor gibiydi. Onun sadece arkasına bakarken bile kalbimin acısını hissetmiştim. "Özlemişim cidden." diye mırıldanıp bakışlarımı masaya indirdim. Ablam her şeyi anlıyordu tabi. 

"Konuş o zaman Oğuz." diye kısık sesle mırıldandı ablam. "Geçmiyor, gitmiyor. Ne olacak ya bu böyle?"

Birkaç saniye kafamı kaldırmadan masayı izledikten sonra elimdeki yarım burgeri indirdim. Tüm lokmalar boğazıma dizilmişti. Ablamınki bitmek üzereydi. Küçücük bir şeydi, iki ısırıkta biterdi zaten. "Ben hesabı ödüyorum." dedikten sonra ayağa kalkıp kasaya geçtim. Ben ödemeyi yaparken ablam arabaya geçmişti. "Onaylamadı kardeşim." diyen adamla elimi cüzdanıma attım. 

"Allah Allah, şundan deneyelim bi abi." diyerek diğer kartı gösterdiğimde pos cihazına tutarı girip bana çevirdi. Kartı okutup geri çektim. Birkaç saniye onaylamasını beklerken gözümü arabaya çevirdim. Ablam selfie falan çekmekle meşguldu. 

Hemen yanımda bir anda beliren bedenle istemsizce ona dönmüştüm. 

Ferhat.

"Konuşabilir miyiz?"

O an bunu o kadar beklemiyordum ki ne diyeceğimi bilemeden saniyeler boyunca ona bakakalmıştım. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Sesi... Allah'ım sesini duymayı bile o kadar özlemiştim ki. 

"Onaylandı abim, iyi geceler." diyen kasadaki abiyle kendime ancak geldim. 

Bir şey demeden arkamı dönüp yürümeye başladım. Ellerim titriyordu. Nefesim boğazımda tıkanmıştı. Arkamdan gelen adımları duyuyordum. 

"Cüneyt otur." Dikmen'in sert sesi bana ulaşmıştı. Cüneyt... Dikmen... Kimin destek kimin köstek olduğunu anlamak zor değildi.

"Oğuz." Gözlerimi kısa süreliğine sıkıp geri açtım ama çok geçmeden eli bileğimi kavramıştı. "Nolursun, seninle konuşmama izin ver."

"İstemiyorum." dedim buz gibi bir sesle. İçimse alev alevdi. Bileğimi çekmek istedim ama buna izin vermedi. Bileğimi bırakmadan birkaç adım atıp ablamın tarafındaki cama tıklattı. "Hilal abla, beş dakika bir şey konuşmamıza müsaaden var mı?" Ablamın duyması için yüksek sesle sormuştu.

"İstemiyorum, bırak lan." diyerek bileğimi kendime sertçe çektim ve hızlı adımlarla sürücü koltuğuna geçtim. Ferhat onu bıraktığım yerde içli içli gözlerimin içine bakıyordu.

"Oğuz konuşun." diye mırıldandı ablam. Camlar kapalı olduğu için Ferhat onu duyamazdı.

"Konuşursam her şey başa sarar." Direksiyonu sıkıca tuttum. "Toparlayamam."

"Ömür boyu belirsizlik içinde yaşamandan daha kötü değil." 

Sustum. Kafamın içi ağrıyor, dokunduğu yerler yanıyordu. "Hadi ablacım, sonrasında dizlerimde ağlayarak uyurken saçlarını okşarım ben." 

Güldüm. "Siktir ordan."

"Gerçekler hayatım. İn hadi." 

Gözlerimi Ferhat'a çevirdim. Beni bekliyordu. Ferhat... Görmeden seni isteyen gönlüm, görünce nasıl dayansın?

Düşünmedim, indim arabadan. 

ODUN (GAY)Where stories live. Discover now