36.Bölüm

4.5K 381 85
                                    

Ya ben aşağı inmesem mi acaba? Bu konuşmaya hazır değilim ki! Ama Emre'yi de görmek istiyorum. Neyse kaçınılmaz sonumuz oldu artık bu, şimdi ineyim ama en azından konuyu o açana kadar ben açmayayım. Böyle böyle sorun çözülsün diye beklerim artık.

Üstüme montumu giyinip, pijamamın paçalarını çorabımın içine soktum ve botlarımı giyindim. Saçlarımı ise genelde olduğu gibi açık bırakmıştım. Dağınık, sevimli bir görüntüm vardı ama şu an cidden bununla ilgilenmiyordum. Artık olduğu kadar.

Aşağı indiğimde arabasına yaslanmış, elleri cebinde, dalgın gözleri yerde bir adet Emre ile karşılaştım. Binadan çıkmadığım için beni görmüyordu. Saçları her zamanki gibi dağınıktı, teni ise soğuktan olsa gerek kızarmıştı. O da benim gibi sevimli görünüyordu bugün.

Demir kapıyı itip, dışarı çıktığımda gözleri bana döndü ve doğruldu. Yüzünde oluşan tebessümle rahatladığımı hissettim ama yine de heyecanım ön plandaydı. Karşısına gidene kadar ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Önünde durduğumda ise nihayet gözlerine bakmıştım.

"Selam." diye sessizce mırıldandım. Çünkü o sadece tebessümle beni izliyordu. Cevap vermedi ama gülümsemesi büyüdü. Bu istemsizce benim de gülümsememe yol açtı ve çok geçmeden büyüyen gülümsemelerimizle birbirimize bakar hale geldik.

"Özlemişim." diyen Emre'ye omuz silktim. Bu hareketimle kahkaha atıp, bana sarıldı. "Aptal." diye de keyifli sesiyle hakaret etmişti bana.

Çocuksu bir huysuzlukla "Sensin." dedim ve bu daha çok gülmesine sebep oldu, tabii benim de...

Bir süre öyle kaldıktan sonra benden ayrıldı ve yüzümü inceledi. İfadesi de ciddileşmişti.

Sanırım başlayacaktık.

"Bir şeyler mi içsek?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Kafede mi başlayacaktık? Peki... Üstümdeki mont dizime kadar geliyordu, botuma kadar ki kısımda panda kafalarının ve bambuların cirit attığı pijamam görünüyordu. Bunu dert etmediğim için arabasına bindim.

Sakin bir mekana gelmiştik, içeri girince doğrudan köşedeki masalardan birine geçtim. Siparişlerimiz gelene kadar hiç konuşmadık. Kahvemden ikinci yudumu alırken artık başlamamız gerektiğini biliyordum ama fitili ateşleyen ben olamayacaktım.

"Nasıl geçti düğün süreci?"

Emre'ye baktım anlamayarak.

"Güzeldi, Irmak ablanın ailesi çok tatlıydı, Bursa da güzeldi. Düğün de düğündü işte." dedim sıkıntıyla. Yok ben bu oyuna uyamayacaktım. "Ya Emre ne yapacağız biz?"

Tek eliyle kumral saçlarını karıştırdı önce, sonra da kahverengi gözlerini gözlerime dikti. Oradaki sıcaklığı seviyordum. Hatta bu, ondaki en sevdiğim şeydi...

"Nil, birbirimizin çok mu üstüne gittik acaba? Yani akışına bıraksak olmaz mı?"

"Kesinlikle!" dedim heyecanla. "Bırakalım ya, ben sana güveniyorum değil mi? Bu yeterli!"

"Ben de sana güveniyorum, eğer iki taraftan biri ileri gitmeye kalkışırsa tavrımızı oyamayacak insanlar değiliz en nihayetinde."

"Hem sana ya da bana ilgi duyan insandan kaçamayız ki." diye farklı bir yönden de baktım olaya. Üstümden kocaman bir dağın kalktığını hissediyordum.

"Sosyal hayattan soyutlanacak değiliz tabii ki!" diye o da yeni bir telkinle beni onayladı. Rahatlamıştı benim gibi.

İkimiz de kocaman gülümserken geldiğimizde masaya koyduğum telefonum çalmaya başladı. Ekrandaki kocaman Akın yazısı ikimizin arasında yanıp, sönerken Emre'ye baktım gülümsememi düşürmemeye çalışırken ama ikimizin de gülüşü çoktan tedirgin bir hal almıştı.

Gerçek Mi Ailem?Where stories live. Discover now