2.

79 54 5
                                    

Ne kadar ısrar etsem de Arel beni dinlemedi hatta duymazdan geldi ve ben şimdi onun lükslüğünden yerimde kıvranmaktan rahat bile oturamadığım arabasındaydım. Takım elbiseli oluşu bir ofiste çalıştığı düşüncesini itiyordu aklıma. Sessizlik bir balon gibi şişti şişti ve arabadan yükselen şarkıyla bir balon gibi patladı.

"Mavi Solman..." dedim çalan şarkının sanatçısını söyleyerek.

"Dinlemez misin?" Diye sordu kısa bir bakış atarak.

"Dinliyorum çünkü bana Mavi'yi hatırlatıyor." Dedim. Şarkıda geçen sözler kalbimde henüz yeni örttüğüm yaranın dikişlerinin acımasızca patlamasına sebep oldu.

Beni görmedin hiç yalnız
Beynim bi' mezarlık
Uyanır mısın ansız
Sana özlemim zamansız

Dudaklarım şarkıyla birlikte hareket ettiler ama sesimi duymadım.

Arel'in ismimi telaffuz etmesiyle gözlerimi kaç dakikadır sabitlediğimi bilmediğim yerden çekip ona döndüm. "Efendim?"

"İnmeyecek misin?"

Etrafa baktığımda arabanın evimin önünde duruyor olduğunu bile yeni fark ettim. "İyi değilim... Bıraktığın için teşekkür ederim." Dedim kapıyı açıp kendimi dışarıya attım. Bana bakmaya devam etti.

"İyi değilsin, iyi olacaksın." Ona inanmak istedim. Umarım dediği gibi olurdu. Hiç umudum yoktu ama denemek bana bir şey kaybettirmezdi.

"Umarım..." diye mırıldandım. Kapıya yaklaşıp anahtarla açtım. "İyi geceler." Dedim hafifçe tebessüm edip.

"İyi geceler sana." Ve kısa sürede araba sokaktan kayboldu. İçeri girip üstümdekilerden kurtuldum. Kendimi sıcak bir duşa atıp her şeyimden arınmak için yanıp tutuşurken içeriden sesler geldiğini fark ettim. Evimde birisi vardı! Evimde! "Kim var orada!" Diye bağırdığım sırada elinde el valiziyle Çisem salona girdi.

"Çisem?"

"Mavi'nin eşyalarını almaya geldim."

"Neden?" Dedim telaşla. Neden bende kalan bir parça eşyayı da alıp götürüyordu ki...

"Mavi senin yüzünden öldü Sude!" Dediğinde sözlerinde ki sertlik, sesinde ki soğukluk tenimi dondurmuştu. "Ben... Ben onun ölmesini istemezdim Çisem biliyorsun... Mavi'yi ne kadar çok sevdiğimi sen biliyorsun."

"Bu onun ölümünden sorumlu olmadığın anlamına gelmez." Öne doğru bir kaç adım atıp aramızda ki mesafeyi öldürdü.

"Kardeşim senin yüzünde öldü ve sen onun bırak eşyasını sevgisini bile hak etmiyorsun."

Gözlerimin tekrar tekrar yandıklarını yumruklarımı sıktığımı fark ettim. Tırnaklarım etimi yarıp geçerken acısını umursamadım. "Çisem, yapma..." sesim yalvarır gibi çıkmıştı.

"Bir daha ailemize yaklaşma Sude." Son sözleri bunlardı. Kapının çarpılma sesi kulaklarımda yankılandı. Ayaklarım nasıl yürümeyi başardılar bilmiyorum ama odama zar zor varabildiğimde tek hatırladığım yerde çaresizde ağlayarak kıvranışımdı. "Mavi'yi ben öldürdüm..." dedim boğazımı birisi sıktı sanki. "Her şeyin sorumlusu benim, Mavi benim yüzümden öldü." Nefesim kesildi. Öksürüklere boğuldum. Ben o gece kendimi ne kadar çok suçladım bilmiyorum ama vücudum buna daha fazla dayanamadı ve uyku bedenime bir zehir gibi yayıldı.

  Lanet olsun, yine lanet dolu senaryolarımı sıralarken evimin duvarlarının artık bunu duymaktan usandığını biliyordum. Ama şişik gözlü uyanmaktan daha iğrenç bir şey varsa oda, extra baş ağrısı çekmekti. Beslenmeme kendime hiç dikkat etmiyordum. Saçlarımın sağlıksız olduğunu, hiç bir şey yemek istemediğim için hızla kilo verdiğimi, yüzümün doğal rengini kaybedip morgdan çıkarılmış cansız bir beden gibi evin içinde dolandığımı biliyordum. Çisem'in de elimde kalanların hepsini alıp gitmesinin ardından sadece Mavi'yle ilk buluşmamızda benim ısrarım sonucu çekindiğimiz fotoğrafımız kalmıştı.

  Masanın üstünde ki kartı alıp gözlerimi dikip okumaya çalıştım. "Deniz Holding... Arel Deniz." Altında birde telefon numarası vardı. Dur bir dakika, holding mi? Hemde soyismini taşıyan bir holding? "Zengin züppelerine bulaşmadığın kalmıştı o da oldu.  Aferin Sude." Kendimi tebrik ettikten sonra dolabıma yönelip üstüme düzgün bir şeyler giydim. Hafif makyaj katarak yüzümde ki solgunluğu aldım.

  Arel dün, bu gün için buluşma saati ayarlamıştı. Bana da kartını vermişti. Ayakkabılarımı giyerken telefonumdan numarayı tuşlayıp, omzumla kulağımın arasına sıkıştırdım. Çaldı, çaldı, çaldı... En sonunda açtığında. "Efendim?" Diyen sesini duydum.

  "Arel, benim Sude."

  "Ah Sude, bende senin aramanı bekliyordum."

  "Nereye gelmemi istersin?"

  "Sürpriz olsun sana konumunu atayım olur mu?"

  Omuz silktim ama onun bunu görmeyeceğini sonradan fark edip  "Olur, fark etmez. Çıkıyorum ben."

  "Tamamdır bende beş dakikaya çıkarım."

  Telefonu kapattıktan hemen sonra bana konumu gönderdi. Merdivenleri ikişer üçer inerken evimin önünde hemen durak oluşundan çok beklemeden bir dolmuşu durdurup bindim. 15-20 dakikanın sonunda dolmuştan inip konuma doğru yürüdüm. İlerde ki seyyar satıcının minik tahta taburesinde oturan Arel'i görünce ayaklarım yere sabitlendi. Etrafını izlerken göz göze geldiğimiz an gülümsedi. Yutkunup yürümeyi akıl edince karşısında durdum. "Sürpriz, burası mı?"

"Evet, beğenmedin mi? Daha güzel bir yere de gidebiliriz istersen. Buranın tavuklu pilavını çok seviyorum ve öğlen yemeğine de çıkmadığım için epey acıktım." Dedi yanını işaret ederek oturmamı istedi. Yanında ki tahta taburede yerimi alırken önüme gelen bir kaç tutam saçımı kulağımın arkasına attım. "Beğendim, beğendim de... Ne bileyim sana şaşırdım. Zengin falansın ya daha lüks yerlerde takılırsın. Böyle yerler senin beklentini karşılamaz gibi geldi." Dediğimde ilk kez dişlerini ortaya sererek güldüğünü gördüm.

  "Daha lüksüne neden ihtiyacım olsun ki? İkisi de karnımı doyuruyor." 

  "Şey ben... biraz patavatsız konuştum sanırım. Kusura bakma..." dedim utana sıkıla.

  "Benimle konuşurken rahat olabilirsin. Artık arkadaşın sayılırım."

  Başımla onayladıktan sonra iki tane tavuklu pilav ve iki ayran istedi.

  "Noldu anlat."

  "Ne anlatayım?" Dedim salağa yatarak.

  "Dün gece ne olduğunu." Dedi sabırla

  "Hiç bir şey." İşte o an bakışları değişti. Yüzünde ki gülümseme buhar olup havaya karıştı.

  "Eğer sana yardım edeceksem, yaşadığın yaptığın her şeyi bilmem gerek." Dedi net bir şekilde.

  "Her şeyi mi?"

  "Her şeyi."

  "Dün gece Mavi'nin ablası geldi Çisem... Mavi'nin bende kalan eşyalarını alıp götürdü."

  "Neden?" Odağını tamamen bana vermiş vaziyetteydi.

  "Mavi'nin benim yüzümden öldüğünü söyledi. Onu hak etmediğim için..."

  "Onu kendi ellerinle öldürmediğin sürece hiç bir insan senin yüzünden ölmüş olmaz... ama unutma bir insanı yaşarken de öldürebilirsin. En kötüsü de bu olur."

  "Ben yaşarken ölüyor muyum?" Dedim çaresizce.

  "Mavi'den kalan başka bir şey var mı?" 

  Çantamı açıp fotoğrafı çıkardım. "Sadece bu kaldı. Hep yanımda taşıyorum."

  "Bakabilir miyim?" Diyerek elini uzattı.

  Fotoğrafı eline verdim. Uzun uzun baktı. Yine bir duygu çöküşüne şahit oldum ama bunun hangisi olduğunu ayırt edemedim. Fotoğrafa bakmaya devam ederken bakışları bir an bile bana dönmeden fotoğrafı orta yerinden tutup yırttı. İkiye ayrılan fotoğraf dörde, altıya, sekize... defalarca gözümün önünde parçalara ayrıldı. Arel, kalbimi parçalara böldü ve o parçaları toplayarak hepsini okyanusun derin sularına bıraktı...

Kalbin İntiharıDär berättelser lever. Upptäck nu