10.

50 40 2
                                    

  Acısını anlatmıştı bana. İlk kez birisine açtığını söylemişti. Canını bu kadar çok yakan bir olayın üstesinden nasıl gelmişti? Hemde yalnız başına. Arel'e baktığımda acısını gülümseyişinin arkasına saklayan maskesini takıp rolünü ustalıklıkla oynayan birisini görüyordum. Hiç kimseye belli etmiyor ve insanlara sıradan bir iş adamı gibi gösteriyordu kendini ve o maske bu gün şu an karşımda inmişti. İnişinin acısı da bir o kadar büyük olmuştu. Onu ilk kez ağlarken görüyordum. Hiç bir şey yapamıyordum. Arel'e iyi gelemiyordum. Ben daha kendime bile iyi gelemezken ona ne faydam olacaktı ki?

  "Bana annemi hatırlatıyorsun." İşte bu bir kaç kelime beni epey şaşırtmıştı. Yakından bakınca Arel'le birbirimize ne kadar çok benzediğimizi fark etmiştim.

  Kaç saat orada öylece kaldık bilmiyorum ama nefes alış verişlerinin derinleşmesiyle göğsümde uyuyakaldığını anlamıştım. Hafifçe vücudumu ondan ayırarak yüzüne baktım. Gözleri kapalı uyumuştu. Bu günün onu epey yorduğunu görmüştüm. Hele ki son yaşadıkları...

  Arel'i başını tutarak oturduğumuz kilime doğru yatırdım yavaşça. İçeri gidip odasına çıktım. Üstümüze örtmek için bir pike ve yastık alıp aşağı indim. Dışarı çıktım tekrar. Başını tutup yavaşça kaldırdım. Dikkatlice yastığı bırakıp başını koydum. Yanına uzandım yavaşça. Hava yaz ayının sonları olduğu için serinlemişti. Üstümüzü güzelce örttüm. Başımı yastığa koyduğum andan itibaren Arel'in yüzünü inceledim. Elimin tersiyle yanağını okşadım. O kadar güzel bir yüzü vardı ki.

  Kalbini vermişti bana... Bundan sonra aramızda ki ilişki nasıl olur, bu çekimin ilerleyişi nasıl devam eder bilmiyorum ama şunu biliyordum. Arel'den uzak kalamıyordum. Ne kadar istesem de olmuyordu ve bu kaderin işleyişi mi bilmem ama bütün yollarım ona çıkıyordu. Elimi göğsünün üstüne koydum.

  "Bütün yollar sana çıkıyor, bütün yollarım sana çıkıyor Arel Deniz..."

~

Yüzüme pat diye işleyen soğuk su enseme doğru ilerlerken aynı anda gözlerim zank diye açıldılar. "Ne oluyor be!" Gözlerimi silerken bir yandan çığırınıyordum. Üstüm başım ıslanmıştı.

"Mesai saatin başladı sen hâlâ uyuyorsun." Başımda elinde su bardağıyla dikilen Arel'i görünce kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Ya insan böyle mi uyandırılır? Pisliksin!"

"Patronuna hakaret ha? İlk günden işinden olmak istemezsin herhalde. Kalk hazırlan geç kalınmasına tahammülüm yoktur." Oturduğum yerden ayağa kalktım. O çoktan hazırlanmıştı. Üstünde siyah bir gömlek ve bordo renklerinde bir ceket bulunuyordu. Saçları dağınık olmasına rağmen yüzünün çekiciliğini hâlâ ön plana çıkarabiliyordu.

"Biliyorum, patronuna düşüyorsun minik serçe ama bunun sırası değil." Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

"Hiçte bile, patronumun nasıl bu kadar demode olabildiğini anlamaya çalışıyordum." Diyerek yanından geçip içeri gittim. En son yüzünde ki ifade sırıtmamı sağladı.

  "Ben mi demodeyim?"

  "Ne oldu ağır mı geldi Arel Bey?" Dediğimde masaya doğru baktım. Kahvaltıyı hazırlamıştı

  Hoş bir kahkaha attıktan sonra "O yüzden üstündekiler benim kıyafetim."

  Yanaklarım utançla alev toplarına dönüşürken "O mecburiyetten bi kere, hem sen kahvaltıyı ne zaman hazırladın?"

  "Sen yastığımı bacaklarının arasına alıp mışıl mışıl uyurken.."

  Utanç bir kez daha kaynar su gibi başımdan aşağı dökülünce ona arkamı dönüp dün akşam gördüğüm kadarıyla hatırladığım lavaboya koştum. Kapıyı kilitleyip yüzüme avuç avuç soğuk suyu çarptım.

Kalbin İntiharıWhere stories live. Discover now