21.

36 30 6
                                    

Güneşin yüzümü delici bir sıcaklıkla yakışı canımı acıtmaya başlayınca daha fazla dayanamayıp uykumu terk ettim ve doğruldum. Zorlukla açtığım gözlerimi ovuşturarak görüntümün netleşmesini bekledim. Görüntü gelince etrafımı inceledim. Sağ tarafta ki kapı açıldı ve Arel tam karşıma geçtiğinde dudaklarımdan tiz bir çığlık koptu. Ağzında ki tuttuğu diş fırçasıyla birlikte bana bakarak tek kaşını havaya kaldırdı. Üstümde ki örtüye kafamı deve kuşu gibi sokarken konuştum.

"Çıplak çıplak evde mi dolaşılır be adam!" Ben bunları söyledikten sonra Arel'in kıkırdadığını duydum. Bir kaç dolap kapağı sesi duyuyordum.

"Sude farkında mısın? Biz dün gece birlikte olduk."

"Olabilir!" Dediğimde Arel kahkaha atmıştı. "Utanıyorum ben, çıkar mısın giyeneceğim!" Tekrar kapı açılma sesi duyduğumda başımı yavaşça yukarı kaldırıp etrafa baktım. Gitmişti.

Zaman kaybetmeden hızlıca iç çamaşırlarımı giydim üstüme. Kapı tekrar açıldığında bu sefer üstüne boxer giyme zahmetine girdiğini gördüm. Artık ağzından taşan köpükler yoktu. Karşımda o kadar yakışıklı görünüyordu ki, bakışlarımı ondan alamıyordum.

Otuz iki diş sırıtarak bana doğru yaklaştı ve belimden çekerek dudaklarıma küçük bir buse kondurdu.

"Biliyorum, çok yakışıklıyım." Dediğinde gözlerimi kıstım. Kendini beğenmiş edası sinir bozucu olabiliyordu.

"Ukala, sinir bozucu, gıcık ve kendini beğenmiş birisin biliyorsun değil mi?"

"Aynı zamanda patronunum."

"Sevgilimsin?"

"Ah evet, oda vardı." Bu adam nasıl kendine bu kadar aşık edip aynı zamanda ona kafa göz dalmam için beni isteklendiriyordu?

"Kahvaltı hazır giyinip inelim." Tartışmayı uzatmadan dediğini yaparak dolabına yaklaştım. Dolabın kapaklarını açtığımda karşılaştığım görüntü donup kalmama sebep oldu.

"Ne oldu?" Arel meraklı bakışlarla bana bakarken onun çoktan üstünü giyinmiş olduğunu gördüm.

"Bu kıyafetler..."

"Hepsi senin."

"Ev konusunda şaka yaptığını düşünmüştüm."

"Anahtarı sana verirken gülmedim." Beyaz bir tişört ve altıma siyah bir tayt alıp üstüme geçirdim zaman kaybetmeden.

"Kıyafetleri mecburiyetten giyiyorum yani bu evi kabul ettiğim anlamına gelmez."

"Gelip bana senin paran benim param muhabbeti yapmayacaksın değil mi?"

"Arel-"

"Sude bak." Derken sesinde ki ciddiyet insanı geriyordu. Bir adım bana doğru yaklaştı. "Benim olan her şey senin, bu ev, dışarda ki o araba... Benim servetim, senin servetin demek. Sen benim kadınımsın, bırak onlar senin olsun yeter ki sen sadece benim ol." Bu adam gerçek miydi? Bana yaşattıkları rüya olamazdı değil mi? Rüya olamayacak kadar güzeldi çünkü bunlar. Ellerimi yanaklarına koyarak dudaklarına bıraktığım uzunca öpücüğün ardından alnını alnıma yasladı.

"Kızım fena abayı yaktım ben sana."

"Şapşal." Derken gülüyordum. O sırada aramıza giren bir ses yanaklarımın kızarıp utanmama sebep oldu.

  "Hadi aşağı inelim artık, öğlen oldu." Başımla onaylarken duvar saatine baktığımda saatin on bir olduğunu gördüm. O kadar çok mu uyumuştum?

  Arel'le birlikte aşağı inerken telefonumu odada unuttuğumu fark ettim. "Telefonumu unuttum, hemen geliyorum." Diyerek yukarı çıkarken Arel'in arkamdan "Acele et." Dediğini duymuştum.

  Tekrar odaya girdim ve yatağın yanında bulunan komodinin üstünde ki telefonuma uzandım. Bir saat önce gönderilmiş iki yeni mesaj vardı. Tereddütle mesajları açıp yazan satırları okudum.

  "Külkedisi sen bugün günahların en büyüğünü işledin."

  "Artık yüzleşme vakti geldi, bu akşam eski evinde seni bekliyor olacağım."

  Kalbim boğazımda atıyordu resmen. Ellerim de eş zamanlı titremeye başladığında parmaklarımın arasında ki telefon büyük bir gürültüyle yeri boyladı. Ben yere düşen telefona bakarken saniyeler sonra odanın kapısı da aynı gürültüyle açıldı.

"Sude, iyi misin?" Endişeli gözlerle bana bakan Arel'e dönüp zorlukla olumlu anlamda başımı salladım.

"Telefonu düşürdüm."

"Ah, sana bir şey oldu sandım. Hadi güzelim oyalanma, kahvaltı hazır." Kapıyı yavaşça kapattı ve aşağı indi.

Arel'e bir şey belli etmeden nasıl duracaktım ben şimdi? Bu mesajcıyı ondan saklamam ne kadar doğruydu peki? Ah, gerçekten ne yapmam gerektiğini bilmiyor oluşum daha da strese girmeme neden oluyordu. Odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğim esnada tekrar bir mesaj bildirimle kalbimin yine yerinden çıkacak şekilde attığını duydum. Temkinli ve sakin görünmeye çalışarak telefonu parmaklarımın arasına aldım.

"Gelecek misin?" Benden bir cevap mı bekliyordu. Ne yazmam gerekiyordu? Benimle aylardır uğraşan bu kişi kimdi? Bunu delicesine merak ediyordum...

"Kimsin?" Benden izinsiz klavye de hareket eden parmaklarıma lanet okudum. Merak ve bir anlık cesaretim bedenime hükmetmeye başlamıştı bile.

"Yüz yüze görüşelim, akşam saat 20:00'da."

Evet, hem tehlikeli hem de gizemli bu kişinin peşine düşecektim. Çünkü bu işe artık bir son vermeliydim.

Arel'le kahvaltımızı yaptıktan sonra şirkette bir kaç işi olduğunu ve yarım saate geleceğini söyleyerek evden ayrılmıştı. Bende o sırada evi incelemeye başladım. Belki de Arel haklıydı, kendi evim bana acı ve kederden başka bir şey vermiyordu. Bu ev, yeni bir umut olabilir miydi?

Salonda bulunan akvaryumun içinde ki türlerini hiç bilmediğim balıkları incelerken zil çalmıştı. Arel gelmiş olmalıydı. Kapıya yaklaşıp açtığımda karşımda ki kişiyle bakışlarımız birbirine sabitlendi. Ellerim tutmadı ve dizlerimin boşaldığını hissettiğimde karşımda ki kişi hızla beni tuttu. Karşımda duran kişi beni tuttu...

Hayal ve gerçeklik algım birbirine mi girmişti? Yoksa ben mi öyle sanıyordum? Konuşamadım o an tek yapabildiğim kayıtsızca o yüze bakmaktı.

"Sen..." hayır dudaklarım ve sesim bana karşı geldiler. Konuşacak ve ayakta durabilecek gücü kendimde bulamıyordum.

"Sakin ol." O gerçek miydi? Duyduğum bu ses gerçek miydi? Gözlerimin yavaştan yandığını hissettim. Bedenime bahşedilen güçle kollarının arasından kurtulup kendimi geri çektim. Her hareketimi takip eden göz bebeklerinin içine bakarak uzun zamandır kullanmadığım o kelimenin dudaklarımın arasından çıkmasına izin verdim.

"Mavi..." Ve iki damla yaş hızla aşağıya doğru yol aldılar...

Kalbin İntiharıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin