5.

73 48 10
                                    

Arel Deniz'den;

Hayatınızda bazı yanlışlar meydana gelir. Hem sizi hemde çevrenizi derinden etkiler. Yeni acılar yaşanırken, yeni alışkanlıklarda kazanılır.

Onun acısının üstünden çok değil henüz bir kaç ay geçmişti ama o ilk gün ki gibi taze tutuyordu. Bunların hepsi bir haksızlıktı. Hayatına yapılan bir haksızlık. Onu iyileştirmek istedim. Bunların sorumlusunu kendim bildim. O sebebini sorduğundaysa gözlerine bakamadım. Nefesimi düzene soktum ve yalandan ibaret olan kelimelerimi sıraladım...

Sude'nin gülümseyen ve minnet dolu yüzü içimi rahatlatıyordu. Ta ki Gazel'in gelip kollarını boynuma sarasıya kadar...

Ben daha onun bu ani çıkışını beklemiyorken sanki hâlâ kız arkadaşımmış gibi öpmüştü beni. Sudeye baktığımda buz kesilmiş bir beden gördüm. Bakışları gözlerimde gezindikten kısa bir süre sonra hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Gazel'e baktım. "Bir daha sakın, sakın böyle bir şey yapma!" Sude'nin arkasından koştum. Ona yetiştiğim an bileğinden tuttum. "Sude!" Dedim durması için. Bileğini sertçe kendine çekti.

  "Dokunma bana!" Bir anda neden böyle olduğunu anlayamıyordum.

  "Sen yanlış anladın."

  Durdu. Tekrar kahvelerini bana diktiğinde içinde ki o kadının ellerinin kanla kaplı olduğunu gördüm.

  "Sevgilin olmasını mı yanlış anladım?" Dedi gülümsemeye çalışarak ama beceremiyordu. "Neden bana bunu daha önce söylemedin ki?"

  "O benim sevgilim değil Sude ve sevgilim olsa bile bunu sana neden söylemeliyim ki?" Dediğim zaman bakışlarına bu sefer anlamsız bir ifade çöktü. Tırnaklarıyla avuç içlerini aşındırıyordu. Ne söyleyeceğini ne yapacağını şaşırmış haldeydi.

  "Doğru... Sevgilin olabilir... söyleseydin ona göre mesafemi koyardım önceden."

  "Senin için mesafe istemiyorum. Bana istediğin gibi olmanı istiyorum." Dedim ellerini tutup okşadım. O kadının elleri daha çok kanadı. Tekrar ellerini çekti benden.

"Bu kadar yakın olmak istemiyorum." Dedi net bir şekilde. Gözlerinde hala hayal kırıklığının kırıntılarını taşıyordu. Daha fazla üstüne gitmek istemedim. Gün bitmişti.

"Seni evine bırakayım."

"Gerek yok, kız arkadaşınla ilgilen ben kendim giderim." Yüzüme bile bakmadan ilerde ki durağa doğru yürüdü. Telefon çaldığında açıp Gazel'e doğru yürüdüm.

  "Efendim?"

  "Hallettin mi? Ne durumdasın?"

  "Maalesef, Gazel geldi."

  "Onun ne işi var orada?"

  "Bilmiyorum! Bilmiyorum ve sinirden gebericem."

  "Tamam sakin ol, Sude? O bir şey dedi mi?"

  "Gitti."

  "Bu hiç iyi olmadı Arel. Sude'nin güvenini kazanmalısın."

  "Deniyorum... merak etme halledeceğim." Deyip telefonu kapattım. Gazel'e baktım. Bileğinden sertçe tutup arkamdan sürüklemeye başladım.

  "Arel! Napıyorsun? Canımı acıtıyorsun bırak beni!" Gazel'in çığırışlarını önemsemedim.

  "Kes sesini yoksa öldürürüm seni!" Diye tısladım. Bileğini bırakıp karşıma aldım onu.

  "Ne bok yemeye geliyorsun Gazel! Sana aramızda ki ilişki bitti demedim mi? Neyine uzatıyorsun hâlâ?"

  Gazel, bileğini tutup ovaladı. Öfkeli gözleri siyahlarıma karışırken "Seni o kızla gördüm, kıskandım... ne yapmamı bekliyordun?" Dedi

  "Hayatıma karışmamanı, o küçük aptal beyninle hareket etmemeni!" Öfke soluyordum resmen. "Siktir olup git şimdi, elimden bir kaza çıkacak yoksa." Dediğimde tereddütle bana bakmaya devam etti. Yavaş adımlarla önümden çekilip uzaklaştı. Şimdi tek sorunum Sude'nin güvenini nasıl kazacağımdı.

  Sude Aydoğan'dan;

Ben, yine aptallık mı etmiştim? Duygularım ne denli böyle acıyla çırpınmışlardı? Başımı yasladığım cam sertti. İstemsizce dışarıyı izliyordum. Arel'e karşı tavrımın gereksiz olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sonuçta biz sadece arkadaştık, sevgilisi olup olmaması beni ilgilendirmezdi değil mi?

  "Yine her şeyi berbat etmiyorsun demi Sude..." aradan geçen bir yarım saatin ardından pastanenin önünde indim. Ne zaman kendimi kötü hissetsem mutlu olabilmek için pasta ya da tatlı alırdım. Pembe ve beyazın içeriyi süslediği pastane çok şirindi, yaş pastalar, mini kapkekler, etimekler ve tatlı tuzlu kurabiyeler vardı. Kocaman çilekli bir pasta aldım kendime. Yanına da biraz tuzlu kurabiye.

  Pastaneden çıkıp evime doğru yürüdüm. Kocaman pastayı tek başıma yemek istemediğim için üniversiteden bir kaç arkadaşımı da evime davet ettim. Apartmana geldiğimde dikkatlice merdivenleri çıkıp evime girdim. "Ne kadar içinde Mavi'yi yaşatsan da... senden daha güzelini daha uygun bir fiyata bulamam." Dedim evin her bir köşesine baktım. Mutfağa geçip pastayı buzdolabına yerleştirdim. Gün dinlenmişti artık. Odama geçip üstüme daha rahat bir şeyler giydim. Salonda film kasetlerini düzenlerken zil çaldı. Koşarak açtım kapıyı. Evet, Arel'e bir yandan teşekkür ederim. Tekrar bana can verdiği için.

  "Sudeee!" Adel'in hızla kollarını boynuma sarmasıyla bende ona sarıldım.

"Hoşgeldiniz." Dedim gülümseyerek. Okyanus başıyla selam verip içeri geçti.

"Off çok güzel ortam yapmış kızım be!" Okyanusun mutfaktan gelen sesi heyecanlıydı. Adel'le arkasından gittik bizde.

"Sadece bir kaç atıştırmalık ve belki film izleriz diye düşündüm."

"Hangi film?" Diye sordu Adel.

"Henüz seçmedim ama isterseniz ben tabakları hazırlarken sizde filme karar verin." Adel omuz silkti ve Okyanus'a baktım. "Daha ne duruyoruz?" Diye karşılık veren Okyanus, Adel'in elini tuttu ve salona geçtiler. İkisi gerçekten çok tatlı bir çiftti. Evet, onlar tanıştığımızdan beri çıkıyorlardı. Aralarında ki bağ o kadar güçlüydü ki önceden öyle bir ilişkiye çok özenirdim. Bana daha güzelini yaşatan bir adam vardı. Mavi...

Elimde ki tabaklarla içeri geçip masanın üstüne koydum. Adel animasyon isterken, Okyanus korku filmi istiyordu. Adel en sonunda karar veremeyeceklerine kanaat getirince son olarak bana baktılar.

"Korku mu, animasyon mu Sude?" Diyen soran Adel sabırsızlıkla benden cevap bekliyor animasyon dememi istiyordu.

"Aksiyon mu izlesek?" Dediğimde ikisi bir anda durup birbirlerine baktılar sonra aynı anda "Olur." Dediler. Hafifçe gülümseyerek aksiyon filmlerinden bir tanesine seçtik. Okyanus filmi açtı. Çikolata toplarından ağzıma atarken filme odaklandım.

~

Ay gökyüzünde ki yerini almıştı. Balkonumda oturmuş onu izlerken aklıma gelen şeyle koşarak odama gittim. Komodin çekmesini açıp içinde ki metal kutuyu çıkardım. Tekrar balkona geçip kutuyu kucağıma yerleştirdim. Yavaşça kapağını açıp kenara koydum. Solmuş gül yapraklarında parmaklarımı gezdirdim. Mavi'yle olan bir fotoğraf daha... ilk mektuplar... minik notlar... ama dikkatimi çeken bir şey oldu. Daha önce hiç fark etmediğim metal kutuya yapıştırılmış siyah bir kağıt parçası... Kağıdın kenarında ki bantları kaldırıp elime aldım. Kağıdı çevirdiğimdeyse üstünde bir tarih yazıyordu. 26 Mayıs... Bu tarihte Mavi'yle hiç buluşmamıştık ki? Mavi ölmeden 3 gün önce atılmış bu tarih ne ifade ediyordu?

Kalbin İntiharıOnde as histórias ganham vida. Descobre agora