18.

34 28 0
                                    

Pamir Karayel'den;

İnsanlar ana rahmine düştükleri ilk andan beri aslında hep bir savaş içindedirler. Doğarlar büyürler ve gelişirler en sonunda onlara 'Yetişkin' ünvanı takılır.

Hepimizin kendine göre sorunları ve verdikleri bir mücadele vardır. Kimse, başka bir kimsenin savaşını onun kadar iyi anlayamaz ama bunu kağıda dökebilen yazarlar, yaşattıkları karakterlerine istemeden de olsa kendi hayatlarından birer parçayı eklerler. Ve biz o an empati denen o duygu yoğunluğunda boğuluruz...

Anne ve baba... Sizi bu dünyaya getiren o kadına Anne diyorsunuz ve tüm hayatınız boyunca size karşılıksız sevgiyi sunan o kadın biliyorum ki ilk aşkınız oluyor, tıpkı kızların ilk aşklarının babaları olduğu gibi...

  Siz düşüp bacağınızı incittiğinizde koşa koşa annenize gittiniz ya da o gelip sizi elinizden tuttu ve kaldırdı. Benim yanına koşabileceğim ya da ellerimi tutabilecek bir annem olmadı. Siz hastalandınız ve anneniz size gözü gibi bakıp sakındı. Bana, o sevgiyi verebilecek bir kadın yoktu ama biliyor musun? Her zaman aradım, belki bir gün beni merak edip geri döner diye...

  18. Yaş günümde lise arkadaşlarımla birlikte kutladığım doğum günümde, mezuniyetimde, üniversiteye gittiğim ilk günde... Ben annelik denen o sıfatı hak etmediğini bildiğim kadını bekledim. Gelmeyeceğini bile bile içimde ki o küçük çocuğun ellerini sıkı sıkı tuttum. Ta ki, babamın bir gece eve, önünü göremeyecek kadar sarhoş olup geldiği güne kadar...

  O gün karşımda artık baba diyebileceğim bir insan da yoktu. Ona karşı gücüm yetmediği her saniye zayıf ve güçsüz bedenime lanetler yağdırdım. Her hatamın sonucunda boğazıma yapışan bir yılan gibi öldürmek istercesine saldırdı. Baktım çözülecek gibi değildi, bir düğümde ben attım. Ellerini tuttuğum çocuğu bir an bile düşünmeden uçurumdan aşağı atıp ölümünü izledim.

  Annem'in, o kadının nerede olduğunu bilmiyordum ve doğrusu artık gelmesini de istemiyordum. Yirmi dört yıllık hayatımın boyunca hep yalnızdım ve bakmam gereken bir kız kardeşim vardı. Evet, kız kardeşimden kimseye bahsetmedim daha önce, bahsedemezdim. Onu korumak isterken zarar görmesinden korktuğum için...

  Bir çift kahve çekirdeğini andıran göz aynı ışığıyla, karanlığa inat parlıyordu. Az önce neler olduğunu kavramam ve bedenimi kendi kontrolümün altına almam uzun sürmüştü. Buz tutmuş ellerime doğru bakışlarım kayarken avuçlarımın içinde küçük, ince parmaklara sahip elleri gördüm. Ben az önce onu öpmüştüm...

  "Sude ben..." Ah... Başımı önüme eğip iç çektim. "Özür dilerim." Onun Arel'e deli gibi aşık olduğunu biliyordum ve bu yaptığım hem beni hemde onu zor duruma sokacaktı.

  "Daha iyi misin?" Derken az önce söylediğimi önemsememiş gibiydi. Ya da şu an bunu konuşmak istemiyordu bilmiyorum.

  "Kendimdeyim."

  "Bu güzel." Dedi ve buğday tenine sahip yüzünü o eşsiz gülümsemesi donattı. Elmacık kemikleri daha da belirginleşti ve sağ yanağının kenarında oluşan o hafif çukuru gördüm.

  Hâlime bakıp omuz silkerek gülümsedim bende. "Korkunç görünüyor muydum?" Bu kendimi kaybetmelerim ve aklımın tamamen mantığımdan çıkması nadiren olurken şu son zamanlarda sıklıkla meydana geliyordu.

  "Daha çok saklambaç oynayan küçük bir oğlan çocuğu diyelim." Dediğinde dişlerini ortaya sererek kıkırdadı.

  "Hmm... Bunu kimseye söylemek yok, bu bizim minik sırrımız olsun, güzel kız." Dediğimde ağzına fermuar çekti ve "Minik sırrımız küçük prens." Dedi. Bana bir çizgi karakter ismiyle hitap etmesi hoşuma gidiyordu. Sude'yle aramızda ki ilişki çok farklıydı. Ona zamanla alışmıştım ve Arel'in sevgilisi olması biraz can sıkıcıydı. Sonuçta, elbet bir gün bu sebepten ötürü o da gidecekti...

  Gitmeden önce onunla zaman geçirmek ve bir dostun verdiği sıcaklığını yıllar sonra tekrar hissedebilmek istiyordum.

"Arel'le aranız nasıl?" Dediğimde yüzünde ki gülümseme anında kayboldu. O an bunu sormamam gerektiğini sonradan anladım.

"İyi gidiyor." Dediğinde sesinde ki çatallanmayı fark etmiştim. Çok fazla üstüne gitmek istemediğim için ayağa kalkıp ona elimi uzattım. Elimi tuttuğu an oturduğu yerden kaldırdım ve ışıkları açtım. Derin bir nefesi verdim.

"Travmanın etkisi kendini daha sık göstermeye başladı."

"Psikoloğa gitmeyi düşündün mü?"

"Gittim." Sustu ve devam etmemi bekleyen bakışlarla kahvelerini göz bebeklerimin üstünde tutmaya devam etti. "Bir kaç tane hap verdi. İlk kullandığım zamanlar olumlu sonuç gösterdi. Bir süreden sonra ne kadar hap kullansam da fayda etmemeye başladı ve bende bıraktım."

"İlaçları bir anda mı bıraktın?" Diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım.

"Burada bekle." Diyerek merdivenleri ikişerli çıkarak odama ilerledim. Aklımda ki düşünceyi gerçekleştirmeden önce üzerime bir tişört geçirmeyi ihmal etmedim. Kıyafet dolabımın hemen yanında duvarın köşesine yaslı olan tümüyle siyahı barındıran gitarımı avucumun içine kavradım ve odamdan çıkıp aşağı indim. Sude mutfakta elinde ki su dolu bardağı dudaklarından çekerken kaşlarını şaşkınlığını belli edercesine kaldırdı ve elimdekine odaklandı. Bakışları gitarımda ve yeşillerimde dolaşırken "Gitar mı çalıyorsun?" Diye sordu.

"Sadece bir hobi." Yemek masasından bir sandalye çekerek oturdum ve gitarı kolum ve dizim arasına aldım. Söylemek istediğim şarkıyı düşündüm. Sonunda karar verdiğimde parmaklarım gitarın tellerini dolaştı. Sude elinde ki bardağı tezgaha bırakırken eş zamanlı kalçasını tezgaha yasladı ve gözlerinde oluşan gülümsemeyle izledi.

  Bi' bilsen kaç duygu saklı
  Yüzünde kaç şey gizledin?
  Ve benden saklama, cevap ver
  Göremiyorum...

  Sude'nin bakışları biraz daha düşmüştü. Şarkının sözleri ona söylemek istediklerimi gün yüzüne çıkarıyordu sanki ve bunu fark etmemek imkansızdı.

  Dolandım ruhunun içinde
  Kilitli bir sürü sebeple
  Ve lütfen doğru bi sebep ver
  Çıkamıyorum...

  Ne kadar bu sözlerimi anlasa da burukça olan gülümsemesini eksik etmedi ve beni hayranlıkla izleyen gözlerine kilitledim bende yeşillerimi.

  Rüyadayım, rüyadasın
  Başım, yine beladasın
  Dokunmayın, uyanmasın
  Sonu, yok yine başa sarasım
  İnan yok kimseye savaş açasım

  Gözlerimi kapadım ve şarkıyı tüm ruhumla söylemeye devam ettim.

  Bıraktım, onların adı yaşasın
  Benim yok başka bi' yere gidesim
  Memnundum çok

  Gözlerimi açtığımda onunda artık bir sandalye çekip karşıma oturduğunu gördüm. Yüzünde sahici bir gülümsemeyle dinlerken zevk aldığını belli eden bakışlarıyla dinlemeyi sürdürdü. Ve tam o anda ona baktım.

  Ve bana "Kal" dersen, gitmeyi göze alamam
  Yanıldım, böyle bi' yere varamam
  O yüzden "Dur" deme bana duramam
  Hiç hâlim yok...

  Kahvelerinde ki yoğunluk içimi sarıp sarmaladı ve yine onu kollarımın arasına alma isteğiyle doldum taştım.

  "Sesin çok güzelmiş."

  "Senin de gözlerin." Bunu duymayı beklemiyor gibi bakışları bir an yeri boyladı.

  "Teşekkür ederim."

  "Teşekkür etme." Bu sefer yerden kalkıp direkt yeşillerimi buldu. "Bana hiç bir şey için teşekkür etme. Bunu sana, bana teşekkür etmen için değil. Kendinin farkına varman için söylüyorum."

  "Kendimin farkına varmak?" Dedi kaşlarını hafifçe çatarak.

  "Sen düşündüğünden ve gördüğünden daha fazlasısın."

  "Ben düşündüğümden ve gördüğümden daha fazlasıyım." Cümlemi tekrarladı ve alt dudağını dişledi. Gözlerinde ki saklı yaşları önceden fark ettim ve omuzlarımı düşürdüm. "Kalbimde affedemediğim şeyler taşıyorum."

Kalbin İntiharıWhere stories live. Discover now