26.

39 31 6
                                    

  Avuçlarımı sıktım. Tırnaklarım etimi sanki daha fazla acıtabilirmiş gibi. Bu zamana kadar bana yanlış gelen hiç bir şeyi yapmamıştım. Tabii bir kişi vardı, bana tüm benliğimi unutturup hayatımı 180 derece değiştiren o kişi: Arel Deniz

  Botlarımdan çıkan topuk sesleri altımda ki ıslak zeminde yankı yapıyordu. Yağmur durmuştu fakat bilinmeyen bir şey vardı. İçimde kopan fırtına dinmek bilmiyordu. O hayatıma bir mezarın başında ağlarken girmişti. Ve beni iyileştireceğini söyleyerek berelenmiş ellerimden tutmuştu. Ve ben onu bir cumartesi akşamı gece yarısı saat 12:00 da aşkını kanıtladığı an terk etmiştim. Evet Arel Deniz, bana olan aşkını kanıtlayabilmiştin...

Birbirine büyük bir arzuyla atan iki kalp...Yaşananların ağırlığı altında ezilmiş... Gerçekleri görüp kabullenmek bu kadar zor olmamalıydı. Bu saatten sonra onun hayatında bir yerim olamazdı.

Arel Deniz Yalçınkaya benim için, aşk denen duyguyu yaşatan ve gerçekleriyle kül olmama neden olan o kişi...

Mavi Zaran'dan;

Pek çok ölüm gördüm. Pek çok ölüyle tanıştım. Bunu o ceset kokan yer altında değil gün yüzünü gördüğüm hastane odasında gördüm. İnsanlar sağsalim geldikleri hastaneden cansız bir varlık gibi çıkıyorlardı. Aynısı olacağını bu hastane odasına kapatıldığım ilk günlerde anlamıştım. İki bacağımın durumu da gün geçtikçe daha kötüye gidiyordu. Doktorun ihtimalleri arasında, ya iki bacağım da kesilecekti ya da bunu kabul etmediğim taktirde günden güne bir çiçeğin solduğu gibi solacak ve ölümümü bekleyecektim.

  Sude Aydoğan, asla usanmadan her gün beni ziyarete gelen o kız... Sevdiğim frambuazlı kurabiyelerden yapıp getirdiği o akşamı unutamıyordum bile. Tam 3 kez tarifi tutturabilmek için aynı kurabiyeden yapmıştı ve en sonunda çiçek desenli o kurabiyelerden yiyebilmiştik. O anları hatırlayınca solgun ve acılı yüzümde bir tebessüm oluştu. "Bana tekrar frambuazlı kurabiye yapmanı isterdim." Dediğimde gözlerim yanmaya başladı.

"Üzgünüm sevgilim, sana yalan söyledim." Boğazımın etrafına sarılmış dikenli teller vardı sanki. Dudaklarımı oynatıp sesimi her arayışımda daha da sıkılaşıp kafamı gövdemden ayırmak istercesine canımı yakan teller.

"Seni geri kazanmak için her şeyi yapacağım Sude. Yaşanan her şeye rağmen beni affettiğini söylemeden ölmeyeceğim." Bu hastane odasında tekrar ölü birine dönüşmeyecektim. Bu sefer yaşamak için bir amacım vardı.

İlahi Bakış Açısı:

  Ay, ışığını kiminin üstüne en görkemli haliyle kiminin üstüne ise en ölümcül parıltısıyla düşürmüştü. Bu gece acı içinde gözlerini kapatan herkese kucak açmıştı aslında.

  Genç kız elinde tuttuğu şarap şişesini sanki 'şerefe' dercesine yukarı kaldırdı gözlerini hâlâ ayın görkemli suretinden alamazken. Her konuşmak istediğinde dudakları sanki birbirine dolanıyor ve onu engellemek için elinden geleni yapıyorlardı. O tekrar denedi, tekrar, tekrar ve tekrar... En sonunda gözleri yaşlarla dolan genç kız haykırdı; "Tanrım lütfen beni duyuyorsan tam şu an kıyamet kopsun! Yıldızlar asılı oldukları yerden özgürlüğüne kavuşsun ve ay şahit olduğu o geceyi yalanlasın!" Elinde ki şişenin ucu dudaklarıyla buluştuğunda şarabın kan kırmızısı rengi dudaklarının kenarından taştı. İnce birer yol çizen şarap gül kurusu elbisesine bulaşmıştı. Genç kız aldırış etmedi. Şişeyi kenara koyarak başını usulca öne eğdi ve gözyaşları akarken içinden tekrarladı. O gün son değildi, onunla son görüşmesi olmayacaktı...

  Bir zamanlar sevgilisi olan adam başını kaldırdı. Yataktan destek alarak yavaşça ayaklarının üstünde durdu. Ne kadar aciz olduğunu düşünüyordu. Tanrı'nın neden onu cezalandırdığını düşünüyordu. Genç adam mavi gözlerini sıkıca yumduğunda dudaklarından acılı bir inilti döküldü. "Bu sefer beni iyi yerden vurdun abiciğim" dedi. Gözlerini açtığında bakışları ilk önce karnında ki kurşun yarasına ardından aylardır bedeniyle bir bütün olan protez bacaklarına baktı. Derin bir iç çekti. Eli karnında ki yaranın üstünde geziniyordu. Daha kaç kere ameliyat olacağını bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı. O da eski hâlinin artık sadece fotoğraflarda kaldığıydı.

Ay'ın parıltısı soldu. Artık yorgun düşmüş vücudunu dinlendirmeye yaklaşıyordu. Güneş ışıkları genç adamın camından içeri girip yüzüne ateş gibi düşüyordu fakat genç adamın yorgun düşmüş bedenini kaldırmaya mecali bile yoktu. Odasını dolduran telefon sesiyle gözleri anında açıldı. Nerden geldiğini anlayamadığı enerji patlamasıyla anında yattığı yataktan doğruldu. Telefonu aceleyle eline almıştı. Uyku sersemi haliyle ve önüne düşen bir kaç tutam saçından kimin aradığını iyi okuyamamıştı. Bu yeni kişisel sekreteri İpek Hanımdı. Genç adam boğazını temizledi ve aramayı cevaplandırdı hemen ardından sesi dışa verdi.
  "Buyurun İpek Hanım?"

  "Günaydın Arel Bey, bu gün ki çalışma planınızı hazırladım. E-mail ile size göndermemi ister misiniz efendim?"

  Arel kaşlarını çattı. İş yerinde ki insanların ona birinci adıyla seslenmesinden hoşlanmıyordu ve sanırım İpek Hanım bunu hâlâ öğrenememişti. "Kovuldunuz." Dudaklarının arasından çıkan ilk ve son kelime bu olmuştu. Çünkü İpek Hanım daha ne olduğunu anlayamadan telefon suratına kapanmıştı. Arel derin bir nefes aldı. Dün gecenin ağırlığı halen üstündeydi ve bunu atlatamamıştı. Doğrusu kim bir gece de atlatabilirdi ki? Midesin de oluşan hava baloncukları dudaklarından sesli bir şekilde çıktı. Kendisinden tiksinmişti o an. Boğazındaki kuruluk gitgide can yakıcı bir hal alıyordu. Bir kaç saniye öncesi gelecek, beyninde şimşek gibi çaktığı an koşarak lavaboyu buldu. Başını klozete eğdi. Şanslıydı, bir kaç saniyeyle kurtarmıştı. En azından midesi yatağındayken iflas etmemişti. Genç adam damadığından iğrenç tattan kurtulmak istiyordu. Sifonu çektikten sonra lavaboya yaklaştı. Çeşmeyi açıp ayılmak istercesine soğuk suyu avuçlayarak yüzüne bir kaç kez çarptı. Dişlerini fırçalayarak gargara yaptı. Ferah nane tadının onu bu durumdan kurtarmasını diledi. Ve adam son olarak aynadaki kendiyle göz göze geldi. Sanki ilk defa görüyormuş gibi bakıyordu. Uzun uzun suretini izledi. Yanağına bulaşan diş macununu elinin tersiyle silerken düşündü: Biliyorsun, sende bensiz yapamayacağını en az benim kadar iyi biliyorsun güzel kızım.

  Sude Aydoğan'dan;

Altını çizdim, üstlerini karaladım, bazı sayfaları yırttım ve parçalara ayırdım. Harta yakıp küllerini dünyanın dört bir tarafına savurdum. Ya benden uzak olsunlar istedim ya da tüm gerçekleri kabullenip göğüs gerebilmeyi? Peki ben hazır mıydım? Bu kararım doğru muydu? Sorgulamadım. Çünkü bunu ilk kez yapmıyordum. Şu an bunu yapmak istiyordum ve yapıyordum da. Attığım bir mesajın nelere mâl olacağını bilmiyordum. Bunu hepimiz görecek ve öğrenecektik.

O yüzden pişman olmak istemedim. Omuzlarımı dikleştirdim kendime güven vermek istercesine. İçimde ki kadına baktım. Bundan daha kötü halde olamazdı. Artık kaybedecek hiç bir şeyim yoktu ve ben gerçekleri tek tek öğrenmek istiyordum.

Siyah, son model Mercedes'in önüne geldiğimde kapısını açarak içeri girdim. Başına geçirdiği siyah kep ve burnuna kadar örttüğü siyah maskesi ile kendini kamufle etmişti.

Ortada bir oyun vardı. Ben piyondum. Attığım bir adım da, ya Şah tarafından yenilecektim ya da At ama onların bile bilmediği bir şey vardı. Artık Vezir benim yanımdaydı.

"Planın ne?"

Sesimi duyduğu anda Pamir'in bakışları odaklandığı yerden ayrılıp kahvelerimde yoğunlaştı. Bu bakışlar, ölüm kokuyordu.

Kalbin İntiharıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin