I

144 5 8
                                    


Kollarımı heyecanla kaldırınca, "Pervasızca kükreyen dalga amansızca kayalığa çarptı," dedim, ışıltı gözümü almıştı. Göz göze geldik. Alay edercesine dudak büküp gözlerini devirdi. Onu kışkırttığımı bal gibi anlamıştı. Birkaç adım atıp dibime sokuldu. Karşı koyamadığım şu muhteşem şöleni gözlerimle görmesini isterdim. Parıldayan dalgalar kayalığa çarpınca köpürüp inciler gibi etrafa dağılıyordu. Mistik ayinin tanığıydım. Yazın son günlerinden öğle vaktiydi.

Sağ işaret parmağını kaldırıp sahili işaret etti, "Böylesi ışık oyunları: Tanrıların biz fanilere ilahi oyunu değilse, nedir?" dedi. Bildiğini okumaktan vazgeçmeyecekti. Beni duymuyor, anlamıyordu. Elini omzuma atıp kendine doğru çekmişti. Şahit olduğumuza farklı anlamlar yüklüyorduk. Korkacak, çekinecek değildim. Bıkıp usanmadan parıldayan dalgaları işaret ettim. Muhteşem şölene birlikte baktık. Bereketli ışıltılar dalgalar üzerinde bel kıvırıyorlardı. Yanağına yüzümü dayayınca irkildi. Terli yanağı alev almıştı. Titreyen soluğunu şaşkınlıkla çekip endişeyle salıyordu. Hayatın bana verdiği en büyük hediye gözlerimin, kulaklarımın keskinliğiydi. Tanrıları sorgulamam onu içten içe öfkelendiriyordu.

Can alıcı sorumu gönül rahatlığıyla sorabilirdim. Halini umursamadan, "Orda sıra dışı, tuhaf şeylerin olmasını gerçekten isterdim. Şehrin dört bir köşesini diktiğimiz heykellerin dilini tutan nedir söyle bana dostum," dedim. Sinirle itekledi, yüzü kızarmıştı. Kayan togamı(1) düzelttim. Tek kelime etmedi. Hışımla kafasını sallıyordu. Oysa, laf ne zaman dönüp dolaşıp Tanrılara gelse kükrerdi. Sessizliğinden güç alarak gülerek, "Yoksa bu, Tanrıların, hin şakalarından biri mi?" diye sordum.

"Bunlar öylesine sıradan dalgalar değiller. Apollon'un(2) oklarının yansıması. Kim bilir ilahi parıltılar, gözümüzü almıştır. Tanrılara şahit olmamızın vakti geldi de geçiyor diye mızmızlanan sensin. Kör müsün?" dedi.

"Şiddetlenme kardeşim, böyle önemli bir günde uğursuzluğu çağırmayacağım," dedim. Teselliyi hak etti, omuzlarını sıkıp sarıldım. Yüksek sesle, "Kavrulduk, su getirin," diye seslendim. Hizmetli başını eğerek tepsiyi uzattı. Bir iki yudum alınca, "Bu sıcakta, beklediğimiz beceriksizler gibi, bekledim dilini yutmuş Tanrıları. Kimseyi daha fazla üzmeyeceğim. Bugün büyük gün, uslu olacağım," dedim. Tepsiye kadehi koydum. Kölenin elleri titriyordu. Tanrılara laf etmem kimsenin hoşuna gitmemişti. Elimle derhal önümden çekilmesi için işaret edince ortalıktan kayboldu. Çoğunluğun inancından şüphe etmek delilik sayılıyor.

Koridoru adımlamaktan sıkılınca kıvrıla kıvrıla yine yanıma sokuldu. Kudurduğunun farkındaydım. Eliyle baktığımız yeri tekrar işaret etti, "Limanın etrafı kuşatılmış, yaldızlanıyor. O nurlu dalgalar liman kayalıklarını peşi sıra dövmeye koyulmuşlar," dedi. Nutuk çektiğini, sesinin tonundan baskı kurmaya kalkıştığını sezdim. Çocukluğumuzdan beri oynadığımız atışma oyununa başlamıştık.

Kibirle göğsümü hafifçe şişirdim, iki elimi açtım, "Yere çarpan dalganın hiddeti ne olursa olsun feri çok geçmeden sönüyor. Bilinmez denizlerden kopup kuşatmaya gelmişler. Türlü türlü belaları atlatıp Efes kıyılarına gelince güneşi omuzlayarak toprağa saldırıyorlar. Yurdunu savunan toprak, dinginliğin bilgeliğiyle, düşmanı emip yok etti. Dalgalar çaresizce yok oldular. Tanrıların düşüşü!" dedim. Dehşetle beni dinledi. Çocuksu atışmamız lanetlenme korkusuna çoktan dönüşmüştü. Tanrıların Roma'yı terk ettiği çağdaydık.

Yüzündeki alay yine belirginleşti, "Kuşkusuz toprak da ölümsüz değil," dedi. Akıl oyununa o da katıldı. Laf cambazlığı dünyanın sıkıcılığına karşı en büyük kalkışmadır. O ender aklıyla karşı durabilmesini takdir ettim. Erdem olsa olsa bu döngüyü anlamakta saklıydı. Vaktimiz boşa harcamıyorduk, anlamak her şeyden kıymetlidir. Kazananı olmayan, işin içinde Tanrıların her ne hikmetse görülmediği, gözleyebildiğimiz şahane bir devinimden bahsetmek istediğimi anlayıvermişti. Mevsimler gibi bir döngüden bahsediyordum. Doğada gizemli şeyler oluyor diye iç geçirdiğim günler sonunda dilime vurdu. Kendimi tutamıyordum. Tüm hayatımı sarsan iman krizine yuvarlanmıştım.

Kapanış sözleri hep havalıdır. Karşısına geçip kafamı dikerek sağ elimi havaya kaldırdım, "Hangi toprak sürüklenemeyecek kadar ağır? Hangi kaya ufalanıp kırılmaz? Bu ilahi şölenin galibi yok. Sonu gelmez bir devinim bu, amansız bir savaş. Toprağın, su ve güneşe karşı direnişini Roma'nın bu yüksek taşlarına çıkınca görmek mümkünmüş," dedim.

Dostum beni telkin edercesine kucakladı. Bu sefer dudak bükmedi. Başını kaldırıp, "İnsanlar arasında bunu görmenin imkânı yok. Yükseklerdeyiz. Olympos'a yakınlığımızdan bu idrakimiz. Sen ölümlü, her ne kadar anlamasan da, Tanrıların huzurunda kutsandık," dedi. Didişmekten sıkıldım, hürmetimi göstermek adına yarım adım geriye atarken eğildim. Gülüşerek sarıldık. Oyunumuzu kekelemeden ahenk içinde bitirmiş olmanın çocukça eğlencesi içindeydik. Geri adım atarak ona hak vermiş görünsem de amacıma ulaşmıştım. Yüzüme maske takıp rol kesmektense yalnız kalacak bile olsam erdemli olmak daha önemliydi.

Büyük Tiyatro'nun en tepesinde, yüksekteki sıraların da üstündeki özel locadan Efes'imizi izliyorduk. "Parthian Anıtı'nın(3) bir ucundan bir ucuna yürümeye kalksan belki yüz adımdır. Bu kadar yüksekten bakınca devasa oymalardan çok canlı kanlı harp içindeymiş gibi görünüyorlardı. Roma'nın o kutlu zaferine karışıyor, askerler adeta canlanıyor, hatta İmparator Lucius Verus ilahlaşıyormuş hissi uyandırıyordu. Atlı arabasında İmparator düşmanlarını yenmiş, şimdi kaya çatlayıp ruhu oradan Tanrılığa yükselecek," dedi. Gülümseyerek şehri izlemeye koyuldum. Bizi bekleten heyet biraz daha geç kalmaz diye ümit ediyordum. Hışımla bir baştan bir başa yürüyordu. Büyük Tiyatro'da festivalin hazırlıkları tam gaz devam ediyordu.

Caddeleri, binaları süzüyordum. Liman Hamamı göz alıcıydı. Liman Caddesini takip ederek Liman Kapısında durdum, selamlaştık. Şişman ve dimdik ayakta şehre gelenleri selamlıyordu. Liman Hamamı'ndan limana kadar uzanan eşsiz cadde alabildiğine kalabalıktı. Fani insan sürüsü uyumsuzdu. Dalgaların ahengi kadar çarpıcı görünmüyorduk. Tanrısal okların gücü ancak parıltılara yetiyordu galiba, insanın olduğu yerde yavanlıktan başka bir şey görmüyordum. İnsan ayak bastığı yerin yıldızını düşürüyor. İstemsizce denize gözlerim kaydı. Anlam olsa olsa doğadaydı. Liman kayalıklarını inceliyordum. Mistik oyun devam etmekteydi. Güzelliğin tutsağıyım, hiddeti sual olmaz akınlarla bakışıyordum.

Son gelen fatih akıntı oldukça göz alıcıydı. Dünyaya dostumun gözlerinden bakmak için kendimi zorlamak istedim. İçimdeki boşluğu giderecek başka yol bilmiyordum. Her bir damlasında, Truva sahilini kuşatan binlerce gemi sanki yeniden yelken açmışlar da savaşa gitmekteydiler. En baştaki gemide Akhilleus kılıcını çekip sahili işaret edince, askerler parlattıkları kalkanlarını yüzüme tutmuş olmalıydı. Kör edici aydınlığı ancak böyle açıklayabilirdim. Ardı sıra dalgaların çarpışını sessizce izledim. Ne o dalgalar kıyıya çarpmaya ne de Efes toprağı onları emip yok etmeye doydu.

Büyük Tiyatro'nun en üst katındaki locada beklemekten bıktım. Basık çatının altında dostum Decimus çıldırmak üzereydi. Biraz baharat, biraz yosun kokan esintiyi son kez içime çekip arkamı döndüm. Elimi demir parmaklıklı korkuluğun üzerine koydum. Kafamı kaldırmadan düşünerek birkaç adım attım. Kristal kesim cam topuz parmaklarıma değince durdum. Topuzu sıkıca kavradım. Ne tuhaftır ki elimi cam topuzdan çeker çekmez gökkuşağının tüm renkleri koridora düştü. Koridor ve duvarın bir kısmını ve oradan çatıyı sararak iyice büyümüş asma artık rengârenkti. Sinirlerim bozuldu. Beklenmedik oyununa gülerek, "Şimdi de renklerin akını altındayız," dedim.


Truva, Troia: Antik Anadolu şehri.

Aşil: Annesi tanrı, babası ölümlü bir kral olan yarı tanrı.

(1)Toga: 'nın en karakteristik giysisinin genel adıdır. Toga, yaklaşık altı metre uzunluğundaki bir kuşağın vücuda belirli bir yöntemle sarılmasıyla elde edilen ve genellikle bir tunik üzerine giyilen Antik Roma'nın en karakteristik giysisi.

(2) Apollon : Yunan Tanrısı. On iki Olympos tanrısından biridir.

(3)İmparator Lucius Verus'un Parth zaferinin anısına dikilen anıt. Günümüze ulaşabilen frizleri Viyana Ulusal Müzesi'ndedir.

[4] Truva, Troia: Antik Anadolu şehri.

[5] Aşil: Annesi tanrı, babası ölümlü bir kral olan yarıtanrı.

Efeslilerin Byzantium MasalıWhere stories live. Discover now