Prometheus'un Mahkemesi ve Rüya

35 1 0
                                    

İnlemeleri zincirlerin sesine karışan Prometheus, "Ama ben biliyordum başıma gelecek olanı: Bile bile, isteye isteye suç işledim. Ben bu çileme katlanacağım." deyip yüksek sesle haykırmaya başladı, "Sen, evet sen Tanrıça," dedi. Cübbeliler kim bu Tanrıça diye birbirine bakınıyorken bir kadın ayağa kalkıp yüzünü açtı. Yüzü ağlamaktan morarmıştı. Prometheus, "Demek ki sen benim acılarıma hiç katlanamazdın! Daha önce de ceza aldım. Bu ilk değil. Kader ölmeme de izin vermiyor: Yalnız ölüm kurtarabilirdi beni, oysa benim uğrayacağım işkencelerin sonu yok... Zeus tahtından düşmedikçe," diye öfkeyle bağırdı (1). Son sözleri biter bitmez muhafız elinde mızrakla Prometheus'u karnından yaraladı. Kan kokusu o kadar keskin hissedildi ki midem alt üst oldu. Ayağa kalkıp karnımı sıvazlarken bayıldım.

İrkilerek gözlerimi açtım.Sıçramış yatağın kenarına gelmişim. Misafir kaldığım Attalosus Evi'nde gözlerimiaçtım. Meğer gördüklerim sadece rüyaymış. Dehşetiçinde yatağımda doğruldum. Ter içindeydim. Yatağın içinde oturdum. Uzunca birsüre kafamı ellerimin arasında tutup rüyamı düşündüm. Kendime gelir gibihissettiğimde derin bir nefes çekip gözlerimi tekrar açtım. Tam olarak rüyayıhatırlayamıyor gibi hissettim. Her şey bulanıktı. Birden üşüyüp birden midembulanmaya başladı. Bazı yerler ansızın kopuk kopuk aklıma geliyordu. İnsan bileisteye nasıl olur da insanların çıkarı adına tanrılara başkaldırabilirdi ki? Başkaldırmadan,mutluluk mümkün değil miydi? Dehşet içinde titreyerek tekrar uzandım. İyi hissedene kadar kıpırdamadım.

Kısa süre de olsa yine uykuya dalmışım. Yeterince iyi hissetmeye başlayınca yataktan kalktım. Yanı başımda duran Sokrates büstü ile göz göze geldik. Raflarında daha önce hiç görmediğim halde istiflenmiş özel bir kütüphane hazırlanmış. Ruloları ve kitapları acele etmeden inceliyorum. Kafamı dağıtmak için başka şeylerle ilgilenmek iyi gelecektir. Nerdeyse çağımıza ait tüm seçkin eserler buradaydı. Heyecanlandım. Parşömenler özenle birbirine dikilmiş kalın deri kapaklarla kaplanmış duruyordu. Nazikçe birini yerinden aldım ve açtım. Ruloyu bilek hareketleri ile açmak gibi değildi. Derinin ve parşömenin kokusu odaya yayıldı. Özenle parşömenleri dikmişler. Dikim tekniğini anlamaya çalışıyorum. Üst üste koydukları dikdörtgen parşömenleri ortadan büküp iç içe koyup katlamışlar. Tam ortalarından dikiş atılmış sonra bunlar da yan yana konup yapıştırılarak sırt kısmı oluşturulmuş. Yapraklar özenle simetrikler ve kullanılan ipler oldukça ince. Pahalıya mal olduğu kesindi. Bu kadar zahmete değer ne yazmışlardı ki. İlk sayfayı çevirdim. Homeros'un Odysseus XII (2) bölümü metnini elimde tutuyordum. Tanrıların ölesiye taraf tuttukları efsanevi dizeler ellerimdeydi. Birden çocukluğuma döndüm. O zamanlar İlias rulo halinde yastığımın altında dururdu. Yıpranıp okunmaz hale gelinceye kadar elimden düşürmezdim. Eskiyince mutlaka yenisi alınır hediye olarak yastığımın altına konurdu. Dehşet içinde uyanmıştım ama bu birbirine dikilmiş dikdörtgen parşömenleri tutmakla içimi bir huzur kapladı. İşçiliğe verilen emeği düşününce bu sadece kaydedilmiş metin değildi artık. Yazıyı okuyabilmek için kitabı elimde çevirerek kapağını araladım. Şansıma ne çıkarsa diye gözümün değdiği ilk harfi okumaya başladım.

"İnsanı gördüm, korkunç işkenceler çekerken;

Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve kollarıyla, bacaklarıyla dayanmıştı kayaya,

Habire itiyordu onu tepeye doğru,

İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam,

Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala,

Bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,

Efeslilerin Byzantium MasalıWhere stories live. Discover now